Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/1003
Karar No: 2019/1128
Karar Tarihi: 05.11.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1003 Esas 2019/1128 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/1003 E.  ,  2019/1128 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “yoksulluk ve iştirak nafakasının artırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 2. Aile Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 04.11.2013 tarihli ve 2013/393 E., 2013/854 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 18.11.2014 tarihli ve 2014/7549 E., 2014/14943 K. sayılı kararı ile;
    “…Davacı vekili dava dilekçesinde; yoksulluk nafakasının 100 TL"den 750 TL"ye, iştirak nafakasının 100 TL"den 750 TL"ye artırılmasını, her yıl endeks oranında artırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı vekili cevabında; davalının sobacılık yaptığını, hasta olduğunu, gelirinin az olduğunu beyan etmiştir.
    Mahkemece; davanın kısmen kabulü ile iştirak ve yoksulluk nafakasının ayrı ayrı 100"er TL"den 150"şer TL"ye artırılmasına karar verilmiş, hükmü davacı vekili temyiz etmiştir.
    Taraflar arasında görülen boşanma davasında davacı kadına 100 TL yoksulluk nafakasına ve 1999 doğumlu müşterek çocuk için 100 TL iştirak nafakasına hükmün 25.04.2003 kesinleşme tarihinden itibaren karar verildiği, bu davanın ise 07.05.2013 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
    Davada, yoksulluk ve iştirak nafakasının artırılması talep edilmiştir.
    TMK"nun 176/4 maddesine göre; tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.
    Yine, TMK"nun 330/1.maddesinde; "nafaka miktarı çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkat alınarak belirlenir", hükmü getirilmiştir.
    Tarafların sosyal ve ekonomik durumlarının araştırılmasında davacının işsiz, davalının ise soba imalat ve tamirat ile ilgili işyeri olduğu, aylık 1.000 TL kazandığı açıklanmıştır.
    Bu durumda; önceki nafaka tarihinden bu yana 10 yıldan fazla zaman geçmesi nedeniyle, mahkemece; yoksulluk nafakası yönünden ÜFE artış oranları dikkate alınarak TMK"nun 4. maddesi gereğince hakkaniyete uygun nafakaya karar verilmesi, 1999 doğumlu müşterek çocuk Sarkis için, çocuğun ihtiyaçları ve babanın ödeme gücü de dikkate alınarak TMK"nun 4. maddesi gereğince hakkaniyete uygun nafakaya hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir...”
    gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava; iştirak ve yoksulluk nafakalarının artırılması istemine ilişkindir.
    Davacı vekili; Bakırköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2001/88 E., 2002/538 K. sayılı kararına göre davalı tarafından müvekkiline aylık 100,00TL yoksulluk nafakası ile müşterek çocuklarına aylık 100,00TL iştirak nafakası ödendiğini, aradan geçen on bir yıllık sürede belirlenen nafakanın günün ekonomik koşullarına göre yetersiz kaldığını, müvekkilinin ailesi ile aynı evde yaşadığını ve müşterek çocuklarının sağlık sorunları olması nedeniyle çalışamadığını, aile desteğinden başka gelirinin olmadığını, müşterek çocuklarının ihtiyaçlarının arttığını ve tedavi giderlerinin bulunduğunu belirterek davanın kabulü ile yoksulluk nafakasının 750,00TL ve iştirak nafakasının 750,00TL olarak tespitine, her yıl üretici fiyatları endeksi (ÜFE) oranında artırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı vekili; müvekkilinin mahkemece belirlenen miktara bağlı kalmadan elinden geleni bugüne kadar fazlasıyla yaptığını, kalp damar hastası olduğundan uzun zamandır çalışamadığını, müvekkilinin mesleği olan sobacılığın da gündemini yitirdiğini, yeni bir meslek öğrenme imkanın olmadığını, bu imkansızlıklar nedeniyle anne ve babasının yanında kalarak onların emekli maaşı ile bir aile olarak geçinmeye çalıştıklarını, talep edilen nafakayı müvekkilinin hiçbir şekilde ödeme gücü olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece; aradan geçen zaman, paranın alım gücündeki düşüş ve masrafların artması nazara alınarak yoksulluk nafakasının 150,00TL"ye, iştirak nafakasının da 150,00TL"ye yükseltilmesinin hak ve nesafet kurallarına uygun olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Mahkemece; Yargıtay bozma kararına göre 2009 yılından itibaren ÜFE oranı yıllara göre uygulandığında yapılacak artışın 907,00TL"ye ulaştığı, müşterek çocuğun okul masrafları da nazara alındığında talep edilen nafakanın da üstünde nafaka miktarına hükmedilmesi gerektiği, davalının sona ermekte olan bir mesleğinin ve çalışmasını zorlaştıracak hastalığının olduğu, davalının belirlenen geliri ve gittikçe azalan çalışma gücü ile davacının 16 yıldan bu yana hiç nafaka artırımı talep etmemesi de nazara alındığında bozma kararı doğrultusunda ortaya çıkan rakamın hakkaniyete uygun görülmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
    1-Tarafların ekonomik ve sosyal durumları ile nafaka miktarının belirlenmesinden bu yana geçen sürede davacının hiç nafaka artırım talebinde bulunmamasına göre davalı yararına aylık 150,00TL yoksulluk nafakasına hükmedilmesinin yeterli olup olmadığı,
    2-Davalı babanın ödeme gücü ile müşterek çocuğun ihtiyaçlarına göre aylık 150,00TL iştirak nafakasına hükmedilmesinin yeterli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, basit yargılama usulüne tabi olan eldeki davada mahkemece duruşma açılmaksızın verilen ilk kararın bozulması üzerine, taraflara bozma kararı tebliğ edilmesine rağmen, duruşma günü verilip bozmaya karşı diyecekleri sorulmaksızın dosya üzerinden verilen direnme kararının usul ve yasaya uygun bir direnme kararı olup olmadığı hususu ön sorun olarak ele alınıp incelenmiştir.
    Öncelikle “hukuki dinlenilme hakkı” kavramı üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
    Usulüne uygun olarak taraf teşkili sağlanmadan bir davada karar verilemeyeceğine ilişkin kural, hukuki dinlenilme hakkının bir unsuru olarak düzenlenmiştir. İddia ve savunma hakkı olarak da ifade edilir. Ancak taraf olsun, olmasın herkesin mahkeme önünde hukuki dinlenilme hakkı vardır. Hukuki dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkının medeni usul hukukundaki görünümüdür. Usulü nitelikte bir genel haktır. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesindeki adil yargılanma hakkının bir unsurudur ( Pekcanıtez, H.: “Hukuki Dinlenilme Hakkı”, Prof. Dr. Seyfullah Edis’e Armağan, İzmir 2000, s. 753-754).
    Bilindiği üzere, çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. Buna göre hâkim iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için tarafları duruşmaya çağırmak zorundadır. Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hâkim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez.
    Taraflar duruşmaya çağrılmadan, diğer bir deyişle; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur.
    Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan Anayasa"nın 36. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı HMK/HMK) 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece taraflar dinlenmek üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Aksi hâlde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Kuru, B. Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt II, s.1876 vd).
    6100 sayılı HMK’nın “Hukuki dinlenilme hakkı” başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.
    Buna göre mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukuki dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukuki dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasamızın 36. maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi"nde de hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukuki dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.
    HMK"nın 27. maddesi hükmüne göre:
    "(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
    (2) Bu hak;
    a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
    b) Açıklama ve ispat hakkını,
    c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir".
    Hukuki dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak, hukuki dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
    Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
    Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
    Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir.
    Üçüncü unsur ise, tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de kararların gerekçesinde yapılması gerekir.
    Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi; bozma sonrası yargılamanın devamı ile uyup uymama yönündeki kararın verilebilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, yargılamanın safahatına, bozma kararının içeriğine, bozma sonrası duruşmanın hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’te açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf olabilecektir.
    Görüldüğü üzere, taraf teşkili sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır.
    Mahkemenin bozma kararına uyma ya da direnme konusunu karara bağlamadan önce de bozma kararını ve duruşma gününü taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile HMK’ya eklenen “geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun (HUMK) 429. maddesinin amir hükmü gereği zorunludur.
    Nitekim, bozma kararı sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 1086 sayılı HUMK’nın 429. maddesinin ikinci fıkrasında “…Mahkeme, temyiz edenden 434"üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür.
    Bu açık hüküm karşısında, mahkemenin Özel Dairece verilen bozma kararından sonra duruşma açarak tarafların beyanlarını almaksızın kendiliğinden ve dosya üzerinden direnme kararı vermesi açıkça usul ve yasaya aykırıdır. Bu durumda yasal düzenlemelere uygun şekilde oluşturulmuş bir direnme kararının varlığından söz edilemez.
    Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.06.2019 tarihli ve 2017/3-456 E., 2019/741K. ile 15.11.2018 tarihli ve 2018/3-899 E., 2018/1726 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
    Mahkemece yapılması gereken; duruşma gününün 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’te belirtilen hükümlere göre taraflara yöntemince tebliği ile taraf teşkilinin sağlanması ve gelen taraflardan bozmaya karşı diyecekleri sorulup, bozma ilamına uyulup uyulmaması konusunda bir karar verildikten sonra karar vermekten ibarettir.
    Ayrıca, direnme kararının başlık kısmında dava tarihi 07.05.2013 olduğu hâlde 09.03.2015 olarak yazılmış ise de bu husus mahallinde düzeltilebilecek maddi hata niteliğinde olduğundan bozma nedeni yapılmamıştır.
    Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan nedenlerle ve salt bu usulî eksikliğe dayalı olarak direnme kararının bozulmasına, bozma nedenine göre davacı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA, bozma neden ve şekline göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, aynı Kanun’un 440/III-I. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 05.11.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.




    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi