Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2016/670
Karar No: 2019/1126

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/670 Esas 2019/1126 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2016/670 E.  ,  2019/1126 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali, menfi tespit ve alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Malatya 2. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 23.10.2014 tarihli ve 2013/105 E., 2014/406 K. sayılı karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 20.02.2015 tarihli ve 2014/26359 E., 2015/2713 K. sayılı kararı ile;
    “…Hakkında 21.09.1999 tarihinde boşanma kararı verilen davacıya, yaşamını yitiren sigortalı babası üzerinden hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla bağlanan ölüm aylığının, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının belirlendiği gerekçesiyle davacı Kurumca kesilerek, 01.10.2003–01.07.2010 döneminde yersiz ödendiği ileri sürülen aylıklar yönünden 18.694,34 TL borç tahakkuk ettirildiği anlaşılmaktadır.
    Davanın yasal dayanağı olan 5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 56. maddesinin 2. fıkrasında, eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıklarının kesileceği, bu kişilere ödenmiş olan tutarların, 96. madde hükümlerine göre geri alınacağı yönünde düzenleme yapılmıştır. Anılan maddeye dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir.
    Eldeki dosyada mahkeme davayı boşanan eşlerin birlikte yaşamadığından aylığın iptali ve borç çıkarılmasına ilişkin kurum işleminin iptali yasal mevzuata aykırı ve hatalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkemenin 01.10.2003-01.10.2008 tarihleri arasında kurmuş olduğu kabul hükmü isabetli ise de; 01.10.2008-01.07.2010 arası verilen kabul hükmü yanılgılı ve hatalı değerlendirme nedeniyle isabetsizdir. Şöyle ki; davanın yasal dayanağı, 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır. Bu nedenle davacı kurumun yersiz ödenen aylıkların geri istenmesi 01.10.2008 tarihinden itibaren mümkündür. Somut olayda Sosyal Güvenlik Kontrol Memurluğu"nca gerçekleştirilen soruşturma kapsamında elde edilen somut veri ve saptamalar, bu soruşturma kapsamında beyanına başvurulan Mahalle Muhtarı M.T."nin, davacı ve boşandığı eşinin beraber yasadıklarına yönelik imzalı beyanı ve boşanılan eşin ve davacının aynı apartmanda farklı dairelerde oturduklarına ilişkin imzalı beyanları, İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı"nın cevabı yazısına göre de davacı ve boşandığı eşinin 2008 seçimlerinde aynı adres aynı sandıkta ardı sıra numaralarda oy kullandıkları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davacı ve boşandığı eşinin aynı apartmanda oturmalarının hayatın olağan akışına aykırı olması ve 17.06.2010 tarihli Sosyal Güvenlik Kontrol Memuru raporunun aksinin ispat edilemediği anlaşılmıştır.
    Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece davanın 01.10.2008-01.07.2010 arası reddine karar verilmesi gerekirken bu dönem yönünden davanın kabulüne karar verilmesi, usûl ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
    O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, Kurum işleminin iptali, borçlu olmadığının tespiti ve ödenmeyen aylıkların tahsili istemlerine ilişkindir.
    Davacı vekili; müvekkilinin 21.09.1999 tarihinde eşinden boşandığını, boşandıktan yaklaşık 4 yıl sonra sigortalı olan babası Hamza Kulu"nun vefatından dolayı kendisine ölüm aylığı bağlanması talebinde bulunduğunu ve 01.10.2003 tarihi itibariyle ölüm aylığı bağlandığını, müvekkilinin boşandıktan sonra eski eşi ..."den ayrı yaşadığını ileri sürerek müvekkilinin davalı Kuruma 18.694,34TL borcu olmadığının tespitine, ölüm aylığı ve yersiz ödemeye ilişkin işlemin iptaline ve kesilen aylıkların yasal faizi ile birlikte müvekkiline ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili; davacının 2003 yılında müvekkil Kuruma başvurarak eşinden ayrıldığına ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararı sunarak babası olan müteveffa Kurum sigortalısı Hamza Kulu"dan dolayı ölüm aylığı talebinde bulunduğunu ve 01.10.2003 tarihinde kendisine ölüm aylığı bağlandığını, davacının ayrıldığı eşi ile birlikte yaşamaya devam ettiğini, boşanmanın Kurumdan aylık alabilmek için gerçekleştirildiğini, dolayısıyla 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesine göre ödenen aylıkların yersiz olduğunu ve iadesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuş, Kurum tarafından açılan karşılık davanın kabulü ile davacıya ödenen aylıkların toplamı olan 13.168,78TL’nin aylıkların ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte karşı davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
    Yerel mahkemece; davacının babası Hamza Kulu’nun 24.08.1997 tarihinde vefat ettiği, davacının boşandıktan 4 yıl sonra 22.09.2003 tarihli müracaatı üzerine 01.10.2003 tarihinden başlamak üzere tarafına babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, bu hususun davacı ..."nun babasından aylık bağlatmak üzere eşinden boşanmadığının şüpheye meydan vermeyecek şekilde en açık delili olduğu, davacı ..."nun Şehit Hamit Fendoğlu Cad. Hamza Kulu Apt. No:32/4 adresinde 69346 numaralı su aboneliğini 24.08.1999 tarihinde yaptırması, Beydağı Polis Merkezi Amirliğince 08.07.2004 tarihinde onaylanmış konutta kalanlara ait kimlik bildirme belgesinde Şehit Hamit Fendoğlu Cad. Hamza Kulu Apt. 32/4 adresinde aile reisinin ... olması ve A. Göksel Cücemen ve Çiğdem Cücemen isimli çocuklarıyla kalması, telefon ve doğalgaz aboneliklerinin kendi üzerinde olması, Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 06.06.2011 tarihli ve 2011/32 E., 2011/133 K. sayılı kararı ile beraat etmesi, şahitlerin beyanları ve eşinin ayrı adreste ikamet ettiğini belgelendirmesi nedeniyle eşi ... ile birlikte ikamet etmedikleri gerekçesiyle davanın kabulü ile, davacıya bağlanan ölüm aylığının kesilmesine ilişkin Kurum işleminin iptaline, davacıya yapılan ödemelerin davacıdan tahsiline ilişkin işlemin iptali ile davacının borçlu olmadığının tespitine, aylığın kesildiği tarihten sonra davacıya ödenmesi gereken aylıkların ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek yasal faizleri ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
    Davalı Kurum vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece önceki gerekçelere ek olarak; Yargıtay bozma kararında 2008 yılında yapılan seçimlerde tarafların aynı sandıkta oy kullandıkları belirtilmiş ise de, 2008 yılında seçim yapılmadığı, ayrıca muhtarlıktan ve nüfus müdürlüğünden alınan ikametgâh belgelerinden de anlaşılacağı üzere tarafların aynı binada ancak farklı dairelerde oturdukları, her bir binada onlarca daire bulunduğu, Yargıtayın tarafların aynı binada oturmalarının hayatın olağan akışına aykırı olduğu yönündeki görüşünün yerinde olmadığı, günümüzde bir binada çok sayıda daire bulunduğu ve daire sakinlerinden kimsenin kimseyi tanımadığı, davacı ..."nun boşandığı eşi ... ile birlikte ikamet etmedikleri dikkate alındığında, davacının almakta olduğu ölüm aylığının iptal edilmesi ve borç çıkartılmasına ilişkin Kurum işleminin mevzuata aykırı ve hatalı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilince temyiz edilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla ölüm aylığı alan davacının boşandığı eşiyle eylemli olarak birlikte yaşayıp yaşamadığının tespiti yönünden yapılan Kurum işleminin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır.
    5510 sayılı Kanun’un “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” başlıklı 56. maddesinde:
    Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
    a)Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
    b)Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları, hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96"ncı madde hükümlerine göre geri alınır.
    Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96"ncı madde hükümlerine göre geri alınır…” düzenlemesi yer almaktadır.
    01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu"nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nda yer almıştır.
    5510 sayılı Kanunun 56. maddesinin ikinci fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle, daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, eylemli olarak birlikte yaşama, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak da benimsenmiştir.

    Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
    Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda hak sahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
    Gerçekten, ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, T.: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
    Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nda öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, Devletin sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirmesine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesi uyarınca sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, Devletin boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakması mümkündür.
    Bilindiği üzere 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
    Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86-70 sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez… Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz… Ölüm aylığı… yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” gerekçesiyle, hükmün Anayasa’nın 2, 10, 60 ve 65. maddelerine aykırı olmadığını; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisinin olmadığını belirterek, oy çokluğuyla başvuruların reddine karar vermiştir.
    Sonuç olarak, davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun"un 56. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması ve düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığının tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle, yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organlarınca uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesine ilişkin Kurum işlemi usul ve yasaya uygundur.
    Yeri gelmişken maddenin zaman bakımından uygulanması yönünden 5510 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin değerlendirilmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.
    5510 sayılı Kanun’un “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesi:
    “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu"na tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu"na tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu"na tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
    17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1"inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
    Bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55"inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” şeklinde bir düzenleme içermektedir.
    Kanun koyucu tarafından anılan geçici madde ile 5510 sayılı Kanun"un yürürlüğünden önce sosyal güvenlik kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 56. maddenin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
    Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta, kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek özel Hukuk ve gerekse kamu Hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.
    Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarını kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin kurallar oluşturmaktadır. Beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir (Bilge, N.: Hukuk Başlangıcı, 14. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, s. 193-194; Gözübüyük A.Ş.: Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2003, s. 73) (HGK’nın 13.10.2004 tarihli ve 2004/10-528 E., 2004/533 K.; 11.04.2012 tarihli ve 2012/10-149 E., 2012/241 K.).
    Bu hâlde 5510 sayılı Kanun’un 56/son maddesinin zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisna durum söz konusu olmadığından gelirin veya aylığın kesilme tarihi ile Kurumun geri alma hakkının kapsamına ilişkin olarak; fiilen birlikte yaşama olgusunun başlama tarihi esas alınarak, bu tarih itibariyle gelir veya aylıktan kesme veya iptal işlemi tesis edilip ilgiliye, anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun ve yersiz kabul

    edilmeli, ancak söz konusu madde 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli; 01.10.2008 tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku söz konusu olmamalıdır. 01.10.2008 tarihi itibariyle belirlenecek yersiz ödeme dönemine ilişkin olarak 5510 sayılı Kanunun 96. maddesine göre uygulama yapılmalıdır.
    Yeri gelmişken belirtilmelidir ki sosyal sigortalar hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, A.N.: Kanunların Önceye Etki Yasağı Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Ocak 2013, s. 2529).
    Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/son maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının/gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı/geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinden bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
    Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
    TMK’nın anılan 2. maddesi;
    “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
    Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”
    şeklinde düzenlenmiştir.
    Anılan madde uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesi de birlikte gözetilmek suretiyle, 5510 sayılı Kanun"un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililer her ne amaçla boşanmış olurlarsa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemeden itibaren anılan tür ve nitelikte bir beraberliğe başladıklarının kanıtlanması durumunda, başka bir anlatımla fiili olarak birlikte yaşama olgusunun saptandığı durumlarda, sözü edilen 2. madde kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek, ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir.
    Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren, diğer koşulların da varlığı durumunda gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
    5510 sayılı Kanun"un 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” unsurunun, diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
    Bilindiği üzere, 4721 sayılı TMK’nın “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanun’da aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş olup, ispat yükünün Kanun’da özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi yararına hak çıkaran tarafa ait olduğu, yasal bir karineye dayanan tarafın, sadece karinenin tarafını oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altında bulunduğu, Kanun’da öngörülen istisnalar dışında, karşı tarafın yasal karinenin aksini ispat edebileceği kabul edilmektedir.
    Boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiği ve ispat yükü hususunda 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 59 ve 100. maddeleri üzerinde durulması gerekmektedir. 5510 sayılı Kanun"un 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi belirtilmiş, 59/2. maddesinde “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. Öte yandan 5510 sayılı Kanunun 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü düzenlenmiştir.
    Özellikle belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddeleri uyarınca Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, yetkili kişilerce düzenlenen ve tarafların ihtirazi kayıt koymaksızın imzaladığı tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olup, aksi ise ancak yazılı delille kanıtlanabilir.
    Kaldı ki Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları ve iş müfettişi raporlarının, rapora dayanak alınan tutanaklar ile birlikte değerlendirilmesi ve ancak belirtilen nitelikteki ekli tutanakların, anılan Kanun kapsamında aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğunun kabulü, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesinde de açıkça hüküm altına alınmıştır. Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 14.11.1979 tarihli ve 1014 E., 1364 K. ile 04.02.2009 tarihli ve 2009/9-2 E., 2009/48 K. sayılı kararlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
    Ne var ki, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından yapılan incelemelere dayalı tutanakların değerlendirildiği ve varılan sonucun yazıya geçirildiği raporların, sadece memur veya müfettiş tarafından düzenlenmiş olmaları, anılan raporların 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesi ile 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddeleri kapsamında aksinin yazılı delille kanıtlanması gereken belgeler olarak kabulleri için yeterli değildir. Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un 59/2. maddesinde belirtilen aksi sabit oluncaya kadar geçerli olan tutanakların, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından belgelere dayalı olarak düzenlenmiş olması veya belgeye dayalı olmamakla birlikte hazır bulunan işveren, işçi veya üçüncü kişi beyanları uyarınca düzenlenerek, doğruluğu ilgili kişilerin imzaları ile tasdik edilen ve imza inkârına konu olmayan tutanaklar olması gerekmektedir.
    Buna göre, 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerinde söz edilen görevliler tarafından düzenlenen tutanaklar üçüncü kişilerin imzalı beyanları alınarak düzenlenmiş ve imza inkârına da konu olmamış ise artık aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilecektir. Bu tutanakların aksi ise ancak yazılı delille ispatlanabilir.
    Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacıya bağlanan ölüm aylığının iptali ve ödenen aylıkların iadesine ilişkin Kurum işleminin 5510 sayılı Kanun’un 56/son maddesine uygun olup olmadığı ile birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ortaya konulması gerekmekte olup, yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, davacı ile boşandığı eşinin uyuşmazlık konusu dönem olan 01.10.2008-01.07.2010 tarihleri arasında yerleşim yerlerinin saptanmasına ilişkin olarak muhtarlıktan ikametgâh senetleri elde edilmeli, ilgili nüfus müdürlüklerinden sağlanan nüfus kayıt örnekleri ile yerleşim yeri ve diğer adres belgelerinden yararlanılmalı, adres değişiklik ve nakillerine ilişkin bilgilere ulaşılmalı, varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, boşanan eşlerin hizmet akdine bağlı olarak çalışıp çalışmadığı, çalışıyorsa kendilerine ödeme yapılması amacıyla banka hesabı bulunup bulunmadığı belirlenmeli, davacı ve boşandığı eşinin talep konusu dönemde verdikleri medula sisteminde kayıtlarda görülen adresleri de ilgili sağlık kuruluşlarından araştırılmalı, boşanan eşlerin kayıtlı oldukları bölge yönünden uyuşmazlık konusu dönem olan 01.10.2008-01.07.2010 tarihleri arasında aydınlatıcı ve geniş kapsamlı emniyet araştırması yapılarak 23.11.2012 tarihli kolluk tutanağındaki tereddütler giderilmeli, davacının boşandığı eşinin Hamza Kulu Apartmanında yönetici olup olmadığı, 32/4 numaralı daireden aidat alınıp alınmadığı, alınıyorsa kimin ödediği kapsamlı olarak araştırılmalı, böylelikle “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
    Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesinde ... ve ... hakkında kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda: “…sanıkların sosyal güvenlik kurumunu dolandırmak amacıyla değil, şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşandıklarını, boşanmadan sonra da aynı konutta karı koca hayatı yaşamaya devam etmeyip, farklı konutlarda yaşamaya devam ettikleri, ancak müşterek çocukların bulunması nedeniyle onlarla şahsi irtibat kurmak amacıyla sanık ..."in aynı apartmanın farklı katındaki daireyi tutup, çocukların ihtiyaçlarını gördüğü, tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların kamu kurumunu dolandırmak amacıyla muvazaalı boşanma yaptıkları iddiasıyla boşandıktan sonra da bir arada karı-koca hayatı yaşadıkları iddiası sabit olmadığından sanıkların atılı suçu işlediklerine dair mahkumiyetlerine yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden sanıklara atılı suçtan CMK 223/2-e maddesi gereğince ayrı ayrı beraat kararı…” verilmiş, verilen karar Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 03.09.2013 tarihli kararı ile onanmıştır.
    Her ne kadar mahkemece davacının anılan ceza mahkemesi kararı ile beraat ettiği de gerekçe gösterilmek suretiyle direnme kararı verilmiş ise de, ceza mahkemesi beraat kararında bir maddi vakıa tespiti söz konusu olmadığı, kararda kuşkuya ve delil yetersizliği gerekçesine dayanılmış olduğu, 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 53. maddesi (TBK m. 74) karşısında, böyle bir ceza mahkemesi kararının hukuk hâkimini bağlamayacağı göz önünde bulundurulmalıdır.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, ceza mahkemesinde davacı hakkında beraat kararı verildiği, bu karar bağlayıcı değil ise de somut olayla ilgili olarak ceza mahkemesince birlikte yaşama unsurunun olmadığına ilişkin saptamada bulunulduğu, bu tespitin hukuk hâkimini bağlayacağı, ceza mahkemesinin maddi vakıa tespiti karşısında hayatın olağan akışı karinesine dayanılamayacağı, şüphe olsa bile sigortalı aleyhine yorumlanamayacağı gerekçesiyle kararın değişik gerekçelerle onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
    O hâlde, yerel mahkeme direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçelerle bozulması gerekmiştir.
    SONUÇ: Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA,
    karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 05.11.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.




    KARŞI OY


    1. Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki temel uyuşmazlık “somut olayda hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla ölüm aylığı alan davacının boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşayıp yaşamadığına yönelik Kurum işleminin yerinde olup olmadığı” noktasında toplanmaktadır.
    2. Yerel mahkemenin “davacının babası Hamza Kulu’nun 24.08.1997 tarihinde vefat ettiği, davacı boşandıktan 4 yıl sonra 22.09.2003 tarihli müracaatı üzerine 01.10.2003 tarihinden başlamak üzere tarafına babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, bu hususun davacı ..."nun eşinden babasından aylık bağlatmak üzere boşanmadığının en ufak şüpheye meydan vermeyecek şekilde en açık delili olduğu, davacı ..."nun Şehit Hamit Fendoğlu Cad. Hamza Kulu Apt. No:32/4 adresinde 69346 numaralı su aboneliğini 24.08.1999 tarihinde yaptırması, Beydağı Polis Merkezi Amirliğince 08.07.2004 tarihinde onaylanmış konutta kalanlara ait kimlik bildirme belgesinde Şehit Hamit Fendoğlu Cad. Hamza Kulu Apt. 32/4 adresinde aile reisinin ... olduğu ve A. Göksel Cücemen ve Çiğdem Cücemen isimli çocuklarıyla kalması, telefon ve doğalgaz aboneliklerinin kendi üzerinde olması, Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 06.06.2011 tarihli ve 2011/32 Esas 2011/133 karar sayılı kararı ile beraat etmesi, şahitlerin beyanları ve eşinin ayrı adreste ikamet etiğini belgelendirmesi nedeniyle eşi ... ile birlikte ikamet etmedikleri gerekçesiyle davanın kabulü ile, davacıya bağlanan ölüm aylığının kesilmesine ilişkin kurum işleminin iptaline, davacıya yapılan ödemelerin davacıdan tahsiline ilişkin iptali ile davacının borçlu olmadığının tespitine, aylığın kesildiği tarihten sonra davacıya ödenmesi gereken aylıkların ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek yasal faizleri ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine” dair kararının davalı kurum tarafından temyizi üzerine Özel Dairece; “Mahkemenin 01.10.2003-01.10.2008 tarihleri arasında kurmuş olduğu kabul hükmü isabetli ise de; 01.10.2008-01.07.2010 arası verilen kabul hükmünün yanılgılı ve hatalı değerlendirme nedeniyle isabetsiz olduğu, davanın yasal dayanağının, 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kurumun yersiz ödenen aylıkları 01.10.2008 tarihinden itibaren geri isteyebileceği, somut olayda Sosyal Güvenlik Kontrol Memurluğu"nca gerçekleştirilen soruşturma kapsamında elde edilen somut veri ve saptamalar, bu soruşturma kapsamında beyanına başvurulan Mahalle Muhtarı M.T."nin, davacı ve boşandığı eşinin beraber yaşadıklarına yönelik imzalı beyanı ve boşanılan eşin ve davacının aynı apartmanda farklı dairelerde oturduklarına ilişkin imzalı beyanları, İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı"nın cevabı yazısına göre de davacı ve boşandığı eşinin 2008 seçimlerinde aynı adres aynı sandıkta ardı sıra numaralarda oy kullandıkları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davacı ve boşandığı eşinin aynı apartmanda oturmalarının hayatın olağan akışına aykırı olması ve 17.06.2010 tarihli Sosyal Güvenlik Kontrol Memuru raporunun aksinin ispat edilemediği” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.
    3. Bozma üzerine yerel mahkemenin önceki gerekçelere ilave olarak “Yargıtay bozma kararında 2008 yılında yapılan seçimlerde tarafların aynı sandıkta oy kullandıkları belirtilmiş ise de, ancak 2008 yılından seçim yapılmadığı, ayrıca muhtarlıktan ve nüfus müdürlüğünden alınan ikametgah belgelerinden de anlaşılacağı üzere taraflar aynı binada ancak farklı dairelerde oturdukları, her bir binada onlarca daire bulunduğu, Yargıtayın tarafların aynı binada oturmalarının hayatın olağan akışına aykırı olduğu yönündeki görüşünün yerinde olmadığı, günümüzde bir binada çok sayıda daire bulunduğu ve daire sakinlerinden kimse kimseyi tanımadığı, davacı ..."nun boşandığı eşi ... ile birlikte ikamet etmedikleri dikkate alındığında, davacının almakta olduğu yetim aylığının iptal edilmesi ve borç çıkartılmasına ilişkin kurum işleminin yasal mevzuata aykırı ve hatalı olduğu” gerekçesi ile verdiği direnme kararı, sayın çoğunluk görüşü ile “ceza mahkemesi beraat kararının delillerin yetersizliğine dayandığı, hukuk hakimini bağlamayacağı, birlikte yaşamanın kanıtlandığı” gerekçesi ile Özel Daire bozma kararı benimsenerek direnme kararı bozulmuştur.
    4. Çoğunluk görüşüne 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 56. madde gerekçesi, bu konudaki Anayasa Mahkemesi kararı ve Sosyal Güvenlik Hakkı ile sigortalı lehine yorum ilkesine aykırılık oluşturduğundan, aşağıda belirtilen açıklamalar nedeni ile katılınmamıştır.
    4.1. Normatif düzenleme ve açıklaması: 5510 sayılı Kanunun 56/son maddesi uyarınca “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96"ncı madde hükümlerine göre geri alınır”. Belirtilen düzenleme aslında kız çocuklarının yaş sınırı olmaksızın ölüm aylığından yararlanmasına olanak sağlayan 5510 sayılı Kanun md. 34/1-b,3. hükmüyle yakından ilgilidir.
    Kız çocukları açısından ölüm aylığına hak kazanmada yaş sınırı olmadığı ve boşandıkları durumda da ölüm aylığına hak kazanma olanakları bulunduğundan, uygulamada Sosyal Güvenlik Kurumundan aylık almakta olan bazı hak sahiplerinin, sırf aylık alma hakkına kavuşmak için eşlerinden boşanıp, yine de birlikte yaşamaya devam ettikleri saptanmıştır. Önceki 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu döneminde boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşayanların aylıklarının kesileceği yönünde bir düzenleme bulunmadığından, bu konuda ortaya çıkan düzenleme ihtiyacı, 5510 sayılı Kanun ile kurala bağlanmıştır.
    Kurala bağlanan durum, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşamaya devam edilmek suretiyle hakkın kötüye kullanılması nedeniyle ölüm aylığının kesilmesi olarak algılanmaktadır. Nitekim 5510 sayılı Kanunun gerekçesinde de hükmün getirilme nedeni, hakkın kötüye kullanılması gerekçesiyle ilişkilendirilmiştir. Ancak ne zamandan itibaren hakkın kötüye kullanıldığı sonucuna varılacağı konusunda açıklık bulunmamaktadır.
    4.2. Anayasa Mahkemesi Kararı: 5510 sayılı Kanun ile getirilen 56/son maddesindeki düzenlemenin anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine gidilmiştir. Anayasa Mahkemesine başvuru gerekçesinde, “boşandığı eşi dışında başka bir kişiyle evlilik birliği olmaksızın fiilen yaşayan eş ve çocukların gelir ve aylıklarını almaya devam ederken, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşayan kız çocuklarının aylıklarının kesilmesinin eşitlik ilkesine ve sosyal güvenlik hakkına ilişkin düzenlemeye aykırı olduğu, mahkemeler tarafından verilip kesinleşen boşanma kararı üzerine bağlanan aylık ve gelirlerin kesilmesinin, mahkemelerce verilen boşanma kararını uygulamamak anlamına geldiği, boşanmış kadının önceki eşiyle aynı çatı altında yaşasa bile hukuki anlamda bir güvencesinin kalmadığı, yasa koyucunun kural kapsamındaki birlikte yaşama olgusu ile resmî evliliği aynı statüde değerlendirdiği, bir nevi kadını kanuna karşı hile yoluna yönelttiği, düzenlemenin ailenin bir araya gelmesini ve yeniden evliliğin tesisini engelleyici nitelikte olduğu, özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiği, boşanma olsa dahi varlığı kabul edilen bir aile hayatının dokunulmazlığa sahip bulunduğu, Sosyal Güvenlik Kurumu görevlilerince boşanan eşlerin fiilen yaşadıklarının tespit edilmesinin kişinin maddi ve manevi varlığının gelişimini engellendiği” hususları belirtilmiştir. İptal istemini inceleyen Anayasa Mahkemesi verdiği kararında, “5510 sayılı Yasa’nın 34. maddesinde öngörülen ölüm aylığını alabilmek için “evli olmamak” koşulunu aşmak amacı ile iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez” ifadelerine yer verilerek, 5510 sayılı Kanunun 56. maddesinin son fıkrasının, Anayasanın 2., 10. ve 60. maddelerine aykırılık oluşturmadığı kabul edilerek itiraz oy çokluğuyla reddedilmiştir (AYM, 28.04.2011, 2009/86 E. – 2011/70 K).
    4.3. Sigortalı Lehine Yorum İlkesi ve Sosyal Güvenlik Hakkı:
    İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunun temel ilkelerinden birisi de, işçi-sigortalı lehine yorum ilkesidir. İş hukukunun temel prensipleri arasında yer alan işçinin korunması ilkesinin bir sonucu olan işçi lehine yorum ilkesi, sosyal güvenlik hukukunda kendini sigortalı lehine yorum şeklinde göstermektedir. Sosyal güvenlik hukukunda genel amaç, bu haktan olabildiğince fazla kesimin yararlanabilmesi yani kapsamının genişletilmesidir. Diğer bir ifadeyle bu hukukun uygulanmasında esas alınacak temel ilkelerden birisi de şartlar elverdiği ölçüde sigortalı lehine yorum yapılmasıdır.
    Sosyal devlet; bireylere belirli bir sosyal güvenlik hakkı ve asgari gelir düzeyi öngören, sağlık ve refah hizmetlerinden serbestçe yararlanma ve belirli bir yaşa kadar eğitim olanağı sunan, bir takım sosyal riskleri önleyici tedbirler alan devlet anlayışıdır. Sosyal devlet olmanın bir gereği ve sonucu da, sosyal güvenlik hakkının tüm bireylere sağlanması ve güvence altına alınmasıdır. Dolayısıyla, hukuk kuralı uygulanırken anayasada güvence altına alınan en temel haklardan biri olan sosyal güvenliğin esas ilkelerinden (sosyal güvenliğinin kapsamının ve uygulama alanının kişiler ve riskler açısından genişletilmesi) hareket ederek sigortalı lehine yoruma başvurulması yanlış olmayacaktır. Bu kapsamda, yorum yöntemi seçilirken tek bir yorum yönteminden hareket etmek yerine; bu hukuk dalının genel niteliği ve amacı da göz önüne alınarak yoruma başvurmak daha sağlıklı sonuçlar verecektir. Değişik tarihlerde verilen yargı kararlarına bakıldığında; sigortalı lehine yorum ilkesinin uygulamaya geçirildiği görülmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1990 yılında verdiği bir kararda (Y....K 14.2.1990 E. 1989/10-391 K. 1990/83); "Kanunun çok açık olmasına karşın yine de kuşkulu bir durumun varlığı iddia edildiği taktirde şüphenin sigortalının lehine yorumlanacağı ise iş ve sosyal güvenlik hukukunun temel ilkelerindendir" diyerek bunu vurgulamıştır (Prof. Dr. Nurgül Emine Barın, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku’nda Sigortalı Lehine Yorum İlkesi. Internatıonal Conference On Eurasıan Economıes 2016 s: 236 vd).
    4.4. Madde düzenlemesi, Anayasa Mahkemesi kararı ve sigortalı lehine yorum ilkesi doğrultusunda anlaşmalı boşanmada yetim aylığının kesilmesi koşulları:
    Belirtmek gerekir ki sosyal güvenlik hakkı anayasal bir hak olup, ölen muris hak sahibi babadan dolayı bağlanan ölüm aylığının, kız çocuğun boşandığı eşi ile salt fiilen birlikte yaşamasına ilişkin tespit ve boşanılan eşin desteğini almak, aylık kesilmesi için yeterli değildir. Zira kanun koyucu salt desteği yeterli görse idi eşitlik ilkesi uyarınca boşanılan eş dışında gayri resmi üçüncü kişi ile birlikte yaşamayı ve onun desteğini almayı da düzenler ve aylık kesilmesi gerektiğini belirtirdi. Burada en önemli koşul (unsur), kanunun gerekçesi ve Anayasa Mahkemesinin iptal etmeme gerekçesinde belirtildiği gibi boşanmanın aylık almak için gerçekleştirilmesi, boşanma hakkının bu amaçla kötüye kullanılmasıdır.
    Kısaca, kurum tarafından muris hak sahibi sigortalıdan bağlanan ölüm aylığının kesilebilmesi için;
    1) Boşanma anlaşmalı, yetim aylığına hak kazanmak için yapılmalı, hakkın kötüye kullanıldığı belirlenmeli,
    2) Birlikte fiilen yaşama olgusu anlaşmalı boşanmaya bağlı olarak maddi ve somut vakıalara dayandırılmalı,
    3) Bu konudaki kurum denetim raporu ciddi olmalıdır.
    Ayrıca denetim raporu üzerine sosyal güvenlik ile ilgili kamu düzeninden olan bu davada mahkemece yapılacak araştırma sonucunda verilecek karar, yaklaşık ispata göre değil, tüm delillerin incelenmesi sonrası tam ispata göre oluşturulmalıdır.
    4.5. Ceza Mahkemesi Kararının Hukuk Hakimini Bağlaması: Ceza hukuku ve Medeni Hukuk arasındaki ilişkide Türk Borçlar Kanununun 74. maddesinin değerlendirilmesi gerekir (Eski Borçlar Kanunu Mad. 53) Maddeye göre "Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz" şeklinde düzenlenmiş ve kural olarak bağımsızlık ilkesi benimsenmiştir”. Düzenlemeye göre hukuk hakimi kural olarak ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değildir. Ancak; aynı olay nedeniyle ceza yargılamasında hükme dayanak yapılan maddi olgular ile bağlıdır. Ceza mahkemesince verilen, beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır. Ancak, hemen belirtilmelidir ki, gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir (Y.HGK. 09.04.2014 gün ve 2013/4-1008 E, 2014/490 K., 10.01.1975 gün ve 1971/406 E, 1975/1 K., 27.04.2011 gün ve 2011/17-50 E, 2011/231 K.). Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır.
    5. Sonuç:
    Somut uyuşmazlıkta, davacı kadın 21.09.1999 tarihinde eşinden boşanmış, karara göre 2003 yılında, kurum yazısına göre ise 01.01.2000 tarihinde ölüm maaşı bağlanmış ve 01.01.2003-07.2010 arası ödenen yersiz ödemelerin eşi ile birlikte yaşadığı iddiası ile tahsili davalı kurumca talep edilmiştir.
    Ayrıca davacı ve boşandığı eşi hakkında davalı kurumun ihbarı nedeni ile nitelikli dolandırıcılık suçundan Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış olup, yapılan yargılama sonunda temyiz incelemesinden de kesinleşen karar ile “sanıkların sosyal güvenlik kurumunu dolandırmak amacıyla değil, şiddetli geçimsizlik nedeni ile boşandıklarını, boşanmadan sonra aynı konutta karı koca hayatına devam etmeyip, farklı konutlarda yaşamaya devam ettikleri, ancak müşterek çocukların bulunması nedeniyle onlarla şahsi irtibat kurmak amacıyla boşanan eşin aynı apartmanın farklı katındaki daireyi tutup, çocukların ihtiyaçlarını gördüğü, sanıkların kamu kurumun dolandırmak amacıyla muvazaalı boşanma yaptıkları iddiasıyla boşandıktan sonra da bir arada karı koca hayatı yaşadıkları iddiası sabit olmadığından, sanıkların atılı suçu işlediklerine dair mahkûmiyetlerine yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği” gerekçesi ile davacının beraatine karar verilmiştir.
    Somut uyuşmazlıkta, ceza mahkemesinde davacı hakkında beraat kararı verilmiş olup, bu karar bağlayıcı değil ise de somut olayla ilgili olarak ceza mahkemesince “birlikte yaşama unsurunun olmadığına ilişkin” maddi vakıa ile ilgili bir saptaması da Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Ceza Mahkemesinin bu maddi vakıa tespiti, hukuk hâkimini bağlar. Ayrıca bu konuda kurum denetim raporu ciddi olmadığı gibi davacının boşandığı eşi ile birlikte fiilen yaşadığı maddi ve somut vakıalara dayandırılmamış, kontrol memuru raporunda beyanı bulunan Muhtar M.T.’de duruşmadaki ifadesinde memur tarafından alınan beyanındaki çelişkiyi açıklamış, birlikte yaşama olgusunun gerçekleşmediğini belirtmiştir. Ceza mahkemesinin maddi vakıa tespiti karşısında, hayatın olağan akışı karinesine de dayanılamaz. Kaldı ki şüphe olsa bile, bu durum sigortalı aleyhine yorumlanamaz.
    Açıklanan bu gerekçelerle yerel mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma gerekçelerine katılınmamıştır.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi