Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/1370
Karar No: 2018/987
Karar Tarihi: 25.04.2018

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1370 Esas 2018/987 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/1370 E.  ,  2018/987 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 25.12.2012 gün ve 2012/129 E. 2012/576 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 27.01.2014 gün ve 2013/4121 E., 2014/946 K. sayılı kararı ile;
    (...Dava, haksız şikayet nedeniyle kişilik haklarının ihlaline dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
    Davacı dava dilekçesinde, icra müdürü olarak görev yaptığını, davalının Aile Mahkemesince verilen çocuğun teslimine ilişkin bir tedbir kararının infazı sonrasında, görevini kötüye kullandığı iddiasıyla kendisi hakkında şikayette bulunduğunu beyanla manevi zararlarının ödetilmesini istemiştir.
    Davalı, davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece, somut olayda şikayetin haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Dosyadaki bilgi ve belgeler incelendiğinde, davalı aleyhine açılan boşanma davasında mahkemece tensiben müşterek çocuğun dava sonuçlanıncaya kadar davacı anneye verilmesine karar verildiği; aynı tensip zaptının bir sonraki bendinde ise 01-31 Temmuz arasında ve diğer bazı tatil günlerinde davalı baba ile şahsi münasebet kurulmasının kararlaştırıldığı, dava dışı annenin bu ara kararın infazı için İcra Müdürlüğü"ne başvurduğu, davacının da evrakın gereğini yapmak üzere dava dışı icra müdür yardımcısını görevlendirdiği ve müşterek çocuğun Temmuz ayı içerisinde davalıdan alınarak dava dışı anneye teslim edildiği anlaşılmaktadır. Bunun üzerine davalının bu işlem aleyhine önce İcra Hukuk Mahkemesine şikayet yoluna başvurduğu, daha sonra da söz konusu ara kararı infaz eden dava dışı icra müdür yardımcısı hakkında mahkeme kararına aykırı davrandığı iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığı"na şikayette bulunduğu, Cumhuriyet Savcılığınca bahse konu kararın infaz edilmesi talimatını veren davacı da soruşturmaya dahil edilerek, her ikisi hakkında görevi kötüye kullanma suçundan kamu davası açıldığı ve yapılan yargılama sonucunda suçun unsurları oluşmadığından beraatlerine karar verildiği görülmüştür.
    Şu durumda, davacının ilk bakışta Aile Mahkemesi"nin aynı tensip zaptında yer alan "baba ile şahsi ilişki" ile ilgili 7. bendine açıkça aykırı gözüken çocuğunun zorla kendisinden alınarak annesine teslim edilmesi nedeniyle, bahse konu mahkeme ara kararına aykırı hareket edildiğini düşünerek şikayetçi olmasında zayıf da olsa somut bir takım emareler bulunduğu anlaşılmakla, şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları dahilinde olduğu kabul edilerek istemin tümden reddi gerekirken, şikayetin haksız olduğundan bahisle istemin kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir. Kararın bu nedenle bozulması gerekir...)
    gerekçesiyle oy birliğiyle bozulmasına karar verilerek dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava haksız şikâyet sebebiyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Davacı vekili müvekkilinin Konya 10. İcra Dairesinde icra müdürü olarak görev yaptığını, Konya 2. Aile Mahkemesinin 2011/639 E. sayılı dosyasında tensiben "davalının 2008 doğumlu Hasibe Keleş isimli çocuğunun velayetinin, çocuğun annesi Gülistan Keleş"e verilmesine" dair ihtiyati tedbir kararı verildiğini, Gülistan Keleş"in ise mahkemece verilen ihtiyati tedbir kararının infaz edilerek çocuğunun davalıdan alınarak kendisine teslim edilmesi için Konya 10. İcra Dairesine müracaat ettiğini, müvekkilinin görevi gereği ihtiyati tedbir kararının yerine getirilmesi için kâtip N. Mesut Sever"i görevlendirdiğini, görevlendirilen katibin 06.07.2011 günü davalının adresine giderek kararın gereğini yerine getirdiğini, müşterek çocuğu babasından alarak annesine teslim ettiğini, davalının “tedbir kararının verildiği ve yerine getirildiği Temmuz ayı içinde, mahkemenin tedbir kararının (7) numaralı bendi gereği çocuğun kendisinde kalması gerektiği hâlde, çocuğunun kendisinden alınarak annesine teslim edildiği, bu sebeple de müvekkilinin görevini kötüye kullandığı” iddiasıyla müvekkili hakkında şikâyette bulunduğunu, davalının şikâyeti üzerine müvekkili hakkında hem Konya 1. İcra (Hukuk) Mahkemesinin 2011/453 Muhabere sayılı dosyasında disiplin soruşturması hem de Konya Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/13043 sayılı dosyasında suç soruşturması yapıldığını, yapılan disiplin soruşturması sonucunda müvekkilinin "görevini yaptığı, herhangi bir disiplin suçu işlemediği, mahkemenin tedbir kararı gereği çocuğun annesi Gülistan"ın talebini yerine getirmemesi hâlinde suç işlemiş olacağı vs..." gerekçelerle ceza tertibine yer olmadığına karar verildiğini, savcılık soruşturması sonucunda Konya 6. Asliye Ceza Mahkemesine görevi kötüye kullanmak suçundan kamu davası açıldığını, mahkemece yapılan yargılama sonucunda "beraatine" karar verildiğini, müvekkilinin görevini usul ve yasalara uygun şekilde yapmış olduğu hâlde davalının Anayasal şikâyet hakkını kötüne kullanarak müvekkili hakkında haksız şikâyette bulunmak suretiyle kişilik haklarını ihlal ettiğini ileri sürerek 5.000,00 TL manevi tazminatın haksız fiil tarihi olan 06.07.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
    Davalı vekili boşanma davasındaki tensip kararında Temmuz ayı itibariyle müvekkili ile çocuk arasında şahsi ilişki tesis edildiği hâlde, bu ara karara aykırı olarak çocuğun müvekkilinden zorla alındığını, çocuğunu görmesinin anne tarafından 3 ay süreyle engellendiğini, ceza davasında suç kastı bulunmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmiş olmasının şikâyetin haksız olduğu anlamına gelmediğini, şikâyetin somut olaylara dayandığını, şikâyeti gerektirecek derecede yeterli emare bulunduğunu, müvekkilinin davacının kişilik haklarını ihlal etme kastıyla hareket etmediğini, mağdur olması nedeniyle yasal şikâyet hakkını kullandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
    Yerel Mahkemece davalının şikâyeti üzerine davacı ve dava dışı ... hakkında Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda Konya 6. Asliye Ceza Mahkemesine görevi kötüye kullanma suçundan kamu davası açıldığı, mahkemece yapılan yargılama sonucunda görevlerini kanuna uygun olarak yaptıkları sabit olduğundan sanıkların CMK 223/2-a maddesi gereğince ayrı ayrı beraatine karar verildiği, davalının Anayasal şikâyet hakkını kullanırken özenle davranmadığı, şikâyeti haklı gösterecek zayıf da olsa bir delil gösteremediği, davalının haksız şikâyetinin davacının kişilik değerlerine hukuka aykırı bir saldırı oluşturduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmasına karar verilmiştir.
    Mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
    Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: somut olayda davalı tarafından şikâyet hakkının yasal sınırlar içerisinde kullanılıp kullanılmadığı, davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre davalının manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulmayacağı noktasında toplanmaktadır.
    Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 24. maddesi ile korunan kişilik haklarına yapılan saldırı nedeniyle mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 49. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58.) maddesine dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Hukuk Genel Kurulunun 09.04.1982 tarih ve 1981/4-56 E. 1982/348 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere kişilik hakları, kişinin kendi hür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlayan, herkese karşı ileri sürülebilen ve kaynağını Anayasa’dan alan, yani Anayasa’nın teminatı altında bulunan mutlak bir haktır. Ne var ki, bunun yanında yine kaynağını Anayasa"dan alan başka hak ve özgürlükler de vardır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın 36. maddesinde “Hak arama hürriyeti” olarak tanımlanan ve “yargı mercileri önünde hak arama, ihbar ve şikâyet ve dava açma” özgürlüklerini de kapsayan haklar buna örnek olarak gösterilebilir. Hiç kuşku etmemek gerekir ki, sözü edilen bütün bu hak ve özgürlükler asla sınırsız değildir. Diğer bir anlatımla toplumda sulh ve huzurun gerçekleşmesi, adil bir dengenin kurulabilmesi için, bu Anayasal hakların gösterdikleri özellikler itibariyle başkalarının hak ve çıkarlarıyla olan ilişkilerine göre daraltılması ve genişletilmesi gerekir. Bu da, bütün haklarda olduğu gibi kişiliğin korunmasının sınırsız olmadığını gösterir. B.K."nun 49. maddesinde açıkça ifade edilmemiş olmakla birlikte, hukuka aykırılık burada da sorumluluğun vazgeçilmez bir ögesidir.
    Hukuka aykırılık bir değer yargısıdır. Eylemin hukuka aykırılığı, davranış kurallarının çiğnenmesi ile ortaya çıkar. Burada değer yargısının belirlenebilmesinin ölçüsü olarak, hukuk kuralı göz önünde tutulur (Selim Kaneti, Haksız Fiilde Hukuka Aykırılık Unsuru, İstanbul 2007, s. 34, 92-93).
    Kişilik haklarının ihlali kural olarak hukuka aykırı sayılır. Ne var ki, tecavüz edenin, zarar görenin kişilik haklarına müdahalede bulunmak hususunda bir hakkı mevcut olduğu takdirde, ihlâlin hukuka aykırılığı ortadan kalkacaktır. İşte bu şekilde hak ve çıkarların karşı karşıya gelmesi, yani hukuki çıkarların (yararların) çatışması hâlinde çatışan çıkarlar arasındaki sınırın TMK"nın 1. maddesindeki ana kural uyarınca hâkim tarafından büyük bir özenle çizilmesi gerekir (Kaneti, s. 231, 263).
    Hâkim, çatışan çıkarlar arasındaki bu sınırı MK’nın anılan maddesi uyarınca hukuk yaratarak belirlerken, adalete uygun bir sonuca varması için öğretide ve uygulamada kabul edilmiş ve genelleşmiş olan kıstaslardan da yararlanmalıdır. Kabul olunan bu genel kıstaslara göre, kişilik haklarına vaki saldırının hukuka uygun sayılması için (özellikle hak arama özgürlüğü söz konusu olan hâllerde); her şeyden önce kişinin hukukça korunan bir üstün hak ve çıkarının bulunması gerekir. Bir başka söyleyişle, kişilik haklarının ihlali görünümünü taşıyan açıklamalar, başkalarının ya da kamunun üstün çıkarlarını korumak amacıyla yapılmışsa, doğru amaca yönelik olduklarından hukuka aykırı sayılamaz. Bu açıdan zabıtaya ya da suçları kovuşturmaya yetkili makamlara yapılan ceza şikâyetleri, ihbarlar, kişisel ceza davaları, yetkili merciler nezdinde yapılan icra kovuşturmaları, açılan hukuk davaları kural olarak hukuka aykırı değildir. Zira hukukça korunan haklı bir çıkarın elde edilmesi için hareket edildiği sırada bir başkasının kişilik hakkı saldırıya uğramış ise, artık kişilik hakkı üzerindeki hukuki himaye, başkalarının hak ve özgürlüğü yararına ortadan kalkmalıdır. Hiç kuşku yok ki, hukuken korunan varlıklar olarak haysiyet, şeref ve hak arama özgürlüğü soyut kavramlar olarak ele alındığında birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak, somut olaydaki nisbi kıymeti nazara alındığında sırf bu tecavüz bakımından kişinin davranış özgürlüğü, saldırıya uğrayan kişilik hakkından üstün olabilir (Haluk Tandoğan, Şahsiyetin Akit Dışı İhlallere Karşı Korunması, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt XX, 1963, Sayı: 4, Sayfa:1-36).
    Ancak bu sonuca ulaşabilmek, böyle bir değer yargısına varabilmek ve dolayısıyla tecavüzün hukuka uygun olduğunu kabul edebilmek için hukukça korunan üstün hak ve çıkarın varolması asla yeterli değildir; aynı zamanda bu hak ve çıkarın kötüye kullanılmamış olması da gerekir.
    Bu genel açıklamalardan sonra belirtilmelidir ki, 2709 sayılı T.C. Anayasası ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
    Bunun yanında kaynağını yine Anayasa’dan alan şikâyet hakkı, diğer bir ifade ile hak arama özgürlüğü; T.C. Anayasası’nın “hakların korunması ile ilgili hükümler” başlığı altındaki 36. maddesinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şeklinde yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki, kişi gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hakkına sahiptir.
    Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de, herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtilmekte olup, 17. maddesinde ise herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır.
    Konuya ilişkin olarak;
    4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 24. maddesinde:
    “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
    Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
    818 sayılı Borçlar Kanunu"nun (BK) 49. maddesinde ise:
    “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
    Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
    Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
    hükümleri yer almaktadır.
    Görüldüğü üzere 4721 sayılı TMK’nın 24. maddesinde hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırı karşısında, saldırılan kimseye hukuki koruma sağlanacağı, kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça kişilik haklarına yapılan her saldırının hukuka aykırı olduğu, Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişinin, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebileceği hükme bağlanmıştır.
    TMK’nın 24. maddesi ile BK’nın 49. maddesinin incelenmesinde diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlı oldukları görülmektedir.
    TMK’nın 24. maddesinde düzenlenmiş olan şahsiyet hakları da genel olarak korunmuş haklar arasındadır. TMK’nın 24/II maddesi gereğince şahsiyet haklarının çiğnenmesinden ötürü, maddi ya da manevi tazminat “ancak kanunun tayin ettiği hâlde ikame olunur”. BK’nın m. 49, TMK’nın 24/II maddesinin şahsiyet haklarının çiğnenmesinden ötürü tazminat talebine koyduğu sınırı büsbütün kaldırmış, maddi tazminat talebini BK’nın 41. maddesindeki genel şartlara bağlamıştır. Manevi tazminat talebi için ise, genel bir hüküm koymuş olmakla birlikte, ayrıca ihlalin ve kusurun özel ağırlığını da aramıştır. Bu duruma göre şahsiyet haklarının çiğnenmesi BK’nın 41. maddesi anlamında hukuka aykırılıktır ve bu hükümdeki şartların gerçekleşmesi hâlinde, maddi tazminat talebine yer verir. Hâkim hangi şahsiyet haklarının korumadan yararlanacaklarını, bu varlıklarının sınırının ne olduğunu, kişinin şahsiyet hakları ile diğer insanların faaliyet hürriyetinin çatışması hâlinde, hangi menfaatin ağır basacağını, genel hukuk ilkelerine, hayat gereklerine, adalet düşüncesine ve çatışan menfaatlerin değerine göre tespit edecektir (Kaneti, s. 203-204).
    Diğer bir ifade ile hukuksal alanda hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir.
    Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi hâlde hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur.
    Hiç kuşkusuz bütün bu hak ve özgürlükler sınırsız değildir. Anayasal hakların gösterdikleri özellikler itibariyle; başkalarının haklarıyla olan ilişkilerine göre daraltılması veya genişletilmesi gerekir. Bu kapsamda konu değerlendirildiğinde, çatışma durumunda her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
    Kişilik haklarına yapılan saldırının hukuka uygun sayılması için her şeyden önce kişinin hukukça korunan bir üstün hak ve çıkarının bulunması gerekir. Kişilik haklarının ihlali görünümünü taşıyan eylem ve açıklamalar başkalarının veya kamunun üstün çıkarını korumak için yapılmışsa, doğru amaca yönelik olduklarından hukuka aykırı sayılamaz. Bu nedenle zabıtaya ya da suçları kovuşturmakla yetkili makamlara yapılan ceza şikâyetleri, ihbarlar, kişisel ceza davaları, yetkili mercilerde yapılan icra takipleri, açılan hukuk davaları hukuka aykırı değildir.
    Ancak tecavüzün hukuka uygun olduğunu kabul edebilmek için, hukukça korunan üstün hak ve çıkarın olması yeterli değildir; aynı zamanda bu hak ve çıkarın kötüye kullanılmamış olması da gerekir.
    Hak arama özgürlüğünün kullanım şekillerinden biri olan şikâyet, yanlışları tartışmanın ve bunlara olası çözümler bulabilmenin bir yolu olduğuna göre serbestçe dile getirilebilmelidir. Hak arama özgürlüğü bağlamında ele alınacak olan şikâyet hakkı, meşru bir amaç için kullanılırken, içeriğine konu bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) açısından bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Olgular kanıtlanabilir, oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konamaz. Kanaatler bir olay ya da durum konusunda bir bakış açısını veya kişisel bir değerlendirmeyi dile getirir; bunların doğru ya da yanlış olduklarının kanıtlanması olanaksızdır. Fakat kanaatin temelini oluşturan olguların doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkündür.
    Şikâyet, kullanılması bir hak olmasının yanında, kişiye sorumluluk da yüklemektedir. Şikâyet hakkının kötüye kullanılmış olup olmadığının tespitinde bakılacak unsur, şikâyet hakkının amaca uygun olarak kullanılmış olmasıdır. Amaca uygunluk öz çıkarın korunması ile mümkündür. İlgili makamlara yapılan şikâyet ve ihbar, açılan ceza davaları, bu hakkın koruduğu çıkarı elde etmek için yapılmışsa amaca uygun bir davranış olarak hukuka da uygundur. Ancak bu hak öz çıkarın korunması yerine başkasını zarara uğratmak için kullanılmışsa artık hukuka uygunluktan söz edilemeyecektir. Başkasını zarara uğratmak için bir hakkın kullanımı iyi niyet kurallarına aykırıdır.
    Öte yandan şikâyet hakkı, amaca uygun olmak yanında uygun araçlarla da kullanılmalı, hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Salt kötü düşünce ile yapılan ve temelindeki olaylar gerçek olmayan şikâyet veya ihbar, hukuka aykırı davranış niteliğindedir.
    Şikâyet hakkının kötüye kullanıldığından söz edebilmek için, ihbar veya şikâyetin karşı tarafın suçsuzluğunu bilerek zararlandırmak veya küçük düşürmek amacıyla yapılması yahut şikâyet konusu hakkında delil ve emare olmadığı halde şikâyetin yapılmış olması gerekir.
    Bu nedenle ihbar veya şikâyetin temelini oluşturan maddi olguların ciddi ve inandırıcı kanıtlarla desteklenmesi gereklidir. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir.
    Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği, diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikâyet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi hâlde şikâyetin, hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikâyet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
    Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, kişi hakkında açılan ceza davası sonucunda beraat kararı verilmesi olgusu ise tamamen yargı görevinin yasalara göre takdir hakkı kullanılmak suretiyle yerine getirilmesine ilişkindir ve çatışan hakların sınırının belirlenmesinde davacı lehine değerlendirilecek nitelikte bir delil teşkil etmez. Beraat kararı, hiçbir zaman şikâyet hakkının kişilik haklarına zarar verecek şekilde hukuka aykırı kullanıldığının ölçüsü olamaz. Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulamaları da bu doğrultudadır. Kişinin gerçek bir olguya dayanan iddiasını kısmen ya da tamamen doğrulayacak kanıtlara dayanarak (bu kanıtlar dava açılması ve mahkûmiyet için yeterli olmasa dahi) resmî mercilere başvurması ya da ceza davası açması uygulama ve doktrinde hukuka uygun bir davranış olarak kabul edilmektedir. Aksi görüşü kabul etmek, yani her ihbar ve şikâyetin yapılabilmesini ve ceza davası açılabilmesini her hâlde mahkûmiyet için yeterli delil ikamesine bağlı tutmak; özellikle delillerin takdiri sonucu beraat hâlinde de şikâyetçi ya da davacıyı manevi tazminat tehdidi altında bırakmak, hak arama özgürlüğünü sınırlamak ve kişilik hakları karşısında bu özgürlüğü yok etmek olur. Böyle bir yorum, Anayasa ve Türk Medeni Kanun’un kişilik hak ve özgürlükleriyle güttüğü amaca ters düşer. Kişinin, Anayasa ile sağlanması amaçlanan özgürlük ortamında yaşaması, gelişme ve faaliyet göstermesi, ona verilmiş görevleri yerine getirebilmesi için gerekli olan özgürlükler, yasal yollardan kullanıldığı ölçüde kısıtlanamaz ve kimse bu özgürlüğü kullandığı için tazminatla sorumlu tutulamaz.
    O hâlde, bazı delil ve emarelere dayanılarak gerçekleşen bir şikâyet ya da açılan ceza davası sonunda verilen beraat kararı, soyut olarak o şikâyet veya davanın hukuka aykırı olduğunun delili sayılamaz.
    Haksız şikâyet ya da haksız ceza davası açıldığı hukuksal sebebine dayanan manevi tazminat davalarında, şikâyet ya da dava hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığı, bir başka ifade ile şikayetin veya davanın hukuka aykırı olup olmadığı sorunu ancak, şikâyetçinin veya davacının şikâyetine dayanak yaptığı kanıtların hukuk hâkimi tarafından değerlendirilmesi ile çözümlenmelidir.
    Ceza hâkiminin beraat kararı verirken delilleri takdir konusundaki kanaati, hukuk davasına etkili değildir. Hukuk hâkimi hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının sınırlarını belirlerken dayanılan kanıtların iddiayı kanıtlayacak güçte olmasını aramayacaktır. Çünkü hukuk hâkimi iddiayı değil, hak arama özgürlüğünün hukuka uygun olarak kullanılıp kullanılmadığını araştırma ödevi altındadır. Bu nedenle şikâyet hakkını haklı gösterecek kesin kanıtlar olmasa bile bir takım güçsüz kanıtların (emarelerin) bulunması yeterli olacaktır. Kesin kanıtların aranması şeklindeki bir kabul hâlinde ise hak arama özgürlüğünün kullanılması kısıtlanmış olacaktır.
    Açıklanan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 11.04.2001 gün ve 2001/4-340 E. 2001/354 K.; 24.11.2004 gün ve 2004/4-604 E. 2004/608 K.; 10.10.2001 gün ve 2001/4-602 E. 2001/680 K.; 09.02.2005 gün ve 2005/4-13 E. 2005/37 K.; 21.09.2005 gün ve 2005/4-468 E 2005/514 K; 22.03.2006 gün ve 2006/4-66 E. 2006/99 K.; 04.06.2008 gün ve 2008/4-421 E. 2008/422 K. ve 30.5.2012 gün ve 2011/4-728 E., 2012/328 K. sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.
    Yukarıdaki açıklamaların ışığında somut olayın incelenmesinde;
    Davalı aleyhine açılan boşanma davasında mahkemece tensiben müşterek çocuğun velayetinin dava sonuçlanıncaya kadar annesine verilmesine karar verildiği, aynı tensip zaptının bir sonraki bendinde ise 01-31 Temmuz günleri arasında ve diğer bazı tatil günlerinde müşterek çocuk ile baba ... arasında şahsi münasebet kurulmasına karar verildiği, dava dışı annenin bu kararın infazı ile çocuğun babasından alınarak kendisine teslim edilmesi için davacının icra müdürü olarak görev yaptığı İcra Dairesine başvurduğu, davacı tarafından kararın infazı için dava dışı icra müdür yardımcısı ...’i görevlendirdiği ve müşterek çocuğun 06.07.2011 tarihinde davalıdan alınarak dava dışı anneye teslim edildiği anlaşılmaktadır.
    Bunun üzerine davalı tarafından önce bu işlem aleyhine İcra (Hukuk) Mahkemesine şikâyet yoluna başvurulmuş, daha sonra da söz konusu kararı infaz eden dava dışı icra müdür yardımcısı ... hakkında “Temmuz ayı içerisinde çocukla kendisi arasında şahsi münasebet tesisine karar verildiği hâlde, çocuğu kendisinden zorla alıp annesine teslim etmek suretiyle mahkeme kararına aykırı davrandığı ve görevini kötüye kullandığı” iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunulmuştur. Davalının şikâyeti üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca ... hakkında soruşturma başlatılmış, daha sonra şikâyet konusu kararın infaz edilmesi için görevlendirme yapması ve talimat vermesi nedeniyle icra müdürü olan davacı da soruşturmaya dâhil edilerek şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca her iki şüpheli hakkında görevi kötüye kullanma suçundan cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmış ancak mahkemece yapılan yargılama sonucunda suçun unsurları oluşmadığından beraatlerine karar verilmiştir.
    Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığı Bakanlık Muhabere Bürosu tarafından davacı icra müdürü ve dava dışı icra müdür yardımcısı hakkında idari soruşturma yapılması için İcra Mahkemesine ihbarda bulunulması üzerine yapılan idari soruşturma sonucunda haklarında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
    Şu durumda davalının, çocuğunun kendisinden alınarak annesine teslim edilmesinin Aile Mahkemesi"nin "baba ile şahsi ilişki" konusundaki tensip ara kararına aykırı olduğu düşüncesiyle şikâyetçi olduğu, şikâyet üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda da suç şüphesi görülerek kamu davası açıldığı, ceza mahkemesince suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle beraat kararı verildiği dikkate alındığında, davalının şikâyet hakkını, şikâyeti haklı gösteren somut bir takım emarelere dayalı olarak kullandığının kabulü gerekmektedir.
    O hâlde yerel mahkemece, yukarıda yapılan hukuki ve maddi saptamalar ile şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları içinde kullanıldığı gözetilerek, davanın reddedilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ile davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması doğru değildir.
    Hâl böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    Bunun yanı sıra davalı tarafından verilen şikâyet dilekçesinin incelenmesinde, başlık kısmında şikâyet edilen olarak "N.Mesut Sever" isminin yazılı olduğu ve içeriğinde de "tensip kararına aykırı hareket ederek görevini kötüye kullanan N.Mesut Sever’in cezalandırılması için gerekli soruşturmanın yapılmasının" talep edildiği görülmektedir. Ne var ki Özel Dairenin bozma kararında davalının şikâyetinin hak arama özgürlüğü sınırları içinde kaldığı hususuna değinilmekle beraber, davalı tarafından davacı hakkında doğrudan bir şikâyette bulunulmadığı, icra müdür yardımcısı ... hakkındaki soruşturmaya davacının daha sonra resen dâhil edildiği hususuna yeterince değinilmemiş olduğu anlaşılmakla, Özel Dairenin bozma kararına açıklanan ilave gerekçelerin eklenmesi gerekmektedir.
    Bu durumda direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıdaki belirtilen bu ilave gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
    SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 25.04.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi