Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2013/2346
Karar No: 2015/1503
Karar Tarihi: 05.06.2015

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2013/2346 Esas 2015/1503 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2013/2346 E.  ,  2015/1503 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi
    TARİHİ : 27/12/2012
    NUMARASI : 2012/620-2012/401

    Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 08.02.2011 gün ve 2010/335 E., 2011/28 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin . 05.06.2012 gün ve 2011/8155 E., 2012/9817 K. sayılı ilamı ile;
    (...Dava, basın yolu ile kişilik haklarına saldırı sebebi ile manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Davacı, Takvim gazetesindeki 13.07.2010 tarihli yazı ile kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçesi ile manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
    Davalılar, yayının haber verme ve eleştiri yapma hakkı sınırları içinde, kamuoyunu ilgilendiren bir konuda, özle biçim arasındaki denge korunarak verildiğini ve görünür gerçeğe uygun olduğunu bu nedenle davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
    Mahkemece, bir insanın herhangi bir sebeple borçlu olması ve her fırsatta bu durumun dile getirilmesi, kişilik haklarının ihlali olacağından istem kısmen kabul edilmiş, karar davalılarca temyiz edilmiştir.
    Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
    Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
    Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
    Davaya konu edilen yayında; “TMSF, yanımda çalışan Emine Hanımdan aldığım borçla geçiniyorum diyen H.. T..’ın, Avrupa’da 9 villasının olduğunu belirledi” başlıklı bir yazı. yayınlandığı anlaşılmaktadır.
    Yazının içeriği ve veriliş şekline göre konunun güncel, kamuoyunu ilgilendiren, görünür gerçeğe uygun olduğu, kişilik haklarına saldırının bulunmadığı, içeriğinde davacının özel hayatından bahsediliyor ise de yazı bir bütün olarak ele alındığında saldırı amacı taşımadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle davanın tümden reddi gerekirken kısmen kabulü doğru olmamış kararın bozulması gerekmiştir.)
    Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

    TEMYİZ EDEN : Davalılar vekili
    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, basın yolu ile kişilik haklarına saldırı sebebi ile manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen karar davalılar vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
    Direnme kararını, davalılar vekili temyize getirmiştir.
    Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu yazı bir bütün olarak değerlendirildiğinde basın özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığı, diğer bir deyişle davacının kişilik haklarına saldırının söz konusu olup olmadığı; varılacak sonuca göre davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
    Bu konuda uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının incelenmesinde yarar bulunmaktadır. Çünkü; 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 90 ncı maddesinin son fıkrasına göre; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
    Hal böyle olunca Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) somut uyuşmazlığın nasıl düzenlendiğini ve sözleşmenin uygulanmasına sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.
    “İfade özgürlüğü” başlıklı AİHS’nin 10/1 nci maddesine göre; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup, hangi hallerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2 nci fıkrasında düzenlenmiştir.
    İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10 ncu maddesinin 2 nci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. 10 ncu maddede benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de bu, dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli v. Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005).
    AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
    1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
    AİHM, Sözleşmenin 10/2 nci maddesinde yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olmasını gerektirdiğini hatırlatır. Ancak, söz konusu ifade, hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
    Davacı iddialarını Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 24, 25 nci; Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (818 sayılı BK)’nun 49 ncu maddesi (6102 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 58) hükümlerine dayandırmakta olup, söz konusu düzenlemeler kişilik haklarına haksız saldırı halinde koruma sağlayan hükümlerdir. Bu nedenle davanın iç hukukta yasayla öngörülmüş bir dayanağı bulunmaktadır.
    2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu:
    Sözleşmenin 10/2 nci maddesine göre, bu özgürlüklerin kullanılması “…demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
    Açıkça görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup, ancak burada sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli v. Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005). Ancak kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığında kuşku yoktur. Diğer bir deyişle terazide bir yanda “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullandığı söylenebilir (Osman Doğru, Atilla Nalbant; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
    3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:
    AİHM, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğunu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens v. Avusturya kararı, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
    Basın, demokratik bir toplumda önemli bir rol oynamaktadır. AİHM, birçok kez, basının şiddet, kargaşa veya suç tehditlerine karşı koruma sağlamak amacıyla bazı sınırları aşmaması gerektiği halde, basının görevinin, sorumluluk ve yükümlülükleri dahilinde, bölücü fikirler dahil olmak üzere kamu çıkarını ilgilendiren bütün konularla ilgili bilgi ve görüş aktarmak olduğunu kaydetmiştir (Şener/Türkiye, başvuru no: 26680/95, 18 Temmuz 2000; Sürek/Türkiye (no. 1), başvuru no: 26682/95, 08 Temmuz 1999). Basının bu tür bilgi ve görüşleri aktarma görevinin yanı sıra, toplumun da bu bilgi ve görüşleri edinme hakkı bulunmaktadır (Bladet Tromso ve Stensaas/Norveç, no. 21980/93).
    Kabul edilebilir eleştiri sınırları hususunda ise AİHM, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında bu sınırların, halka mal olmuş bir kişi olarak hareket eden siyaset adamları için daha geniş olduğunu bir çok kez kabul etmiştir. Siyasetçilerin fiil ve davranışları, kaçınılmaz olarak ve bilinçli bir şekilde, gazetecilerin olduğu kadar vatandaşların, hepsinden çok da siyasi rakibinin sıkı bir denetimine tabidir. Bir siyaset adamı, özellikle de kendisi eleştiriye yol açabilecek halka açık konuşmalar yaptığı zaman daha fazla hoşgörü göstermelidir. Elbette siyaset adamının namını koruma hakkı vardır, hatta özel yaşamının dışında bile, fakat ifade özgürlüğüne getirilen istisnalar dar bir yorumu zorunlu kıldığından, bu korumanın gerektirdikleri ile siyasi sorunların özgürce tartışılmasının getirdiği yararlar denge içinde olmalıdır (Bkz., özellikle, Oberschlick-Avusturya (no: 2), 1 Temmuz 1997 tarihli karar, Derleme 1997-IV, s. 1274- 1275, § 29 ve adı geçen Lingens v. Avusturya kararı, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986, parag. 42).
    AİHM, anlaşmazlık konusu olan müdahalenin “gözetilen meşru amaçla orantılı” olup olmadığını ve bunu haklı göstermek için ulusal makamlar tarafından ortaya konan gerekçelerin “uygun ve yeterli” görünüp görünmediğini tespit edebilmek amacıyla, sözkonusu müdahaleyi, davanın bütününe bakarak değerlendirmek zorundadır (Pakdemirli v. Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005).
    AİHM, mevcut davada bir müdahalenin varlığı konusunda, hakaretten ötürü bir hukuk davasında hükmedilen tazminatın, AİHS’nin 10 nci maddesinin alanına giren bir müdahale olarak incelendiği yerleşik içtihatlarını hatırlatır (örneğin, De Haes ve Gijsels-Belçika, 24 Şubat 1997 tarihli karar, Derleme 1997- I).
    Mahkeme, denetim yetkisini kullanırken, tartışma konusu Mahkeme kararlarını tek başlarına ele almakla yetinemez; başvurucuya karşı yazılan yazılar ile bunların yazıldıkları bağlam dahil olmak üzere, bu kararlara olayın bütünselliği içinde bakmak zorundadır (Handyside v. Birleşik Krallık kararı, parg. 50, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976).
    Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme’nin 10/1 nci maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini gerçekleştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatır. İfade özgürlüğü, Sözleşme’nin 10/2 nci madde sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen “haber” veya “fikirler” için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olamaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976).
    Basın söz konusu olduğunda, bu ilkeler ayrı bir öneme sahiptir. Basının, “başkalarının itibarlarını korumak” gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte, kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek, yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur; halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times v. Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979 ).
    Dahası basın özgürlüğü, halka siyasal liderlerinin düşünce ve davranışlarını tanıma ve onlar hakkında fikir oluşturma imkânı verir. Daha genel olarak siyasal tartışma özgürlüğü, Sözleşme’nin her noktasına egemen olan demokratik toplum kavramının tam da merkezinde yer alır (Lingens v. Avusturya kararı, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986).
    Konunun iç hukukumuzda nasıl yer aldığını konusuna gelince; 1982 Anayasası’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28 nci maddesindeki basının özgür olduğu güvencesi ve bu ilkeyi güçlendiren 5680 sayılı Basın Kanunu’nun 1 nci maddesindeki düzenlemedir.
    Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır.
    Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
    Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat (m. 25); düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
    Ne var ki, basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 24 ve 25 nci maddelerinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması yasal bir zorunluluk ve hukuki gerekliliktir.
    Yine, manevi tazminat sorumluluğunun doğması için Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49 ncu maddesindeki (Türk Borçlar Kanunu m. 58) koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
    Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davaya konu edilen yayında “TMSF, yanımda çalışan Emine Hanımdan aldığım borçla geçiniyorum diyen H.. T..’ın, Avrupa’da 9 villasının olduğunu belirledi” başlıklı bir yazı yayınlandığı anlaşılmaktadır. Yazının içeriği ve veriliş şekline göre konunun güncel, kamuoyunu ilgilendiren, görünür gerçeğe uygun olduğu ve davacının yayının yapıldığı günlerde kamouyunun gündeminde olan bir şahsiyet olduğu anlaşılmaktadır. Dava konusu yazı içeriğinde davacının özel hayatından bahsediliyor ise de yazı bir bütün olarak değerlendirildiğinde saldırı amacı taşımadığı, kamuoyunun gündeminde olan bir kişi hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesinin ön planda tutulduğu anlaşılmaktadır. Az önce de ifade edildiği üzere, kullanılan söz ve ifadelerin bağlamından koparılmadan, yazının bütünlüğü içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Yazının bütününe bakıldığında davalı gazetede yayınlanan yazıda davacının basına verdiği demeçlerin eleştirisel açıdan kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Davalı gazete de yayınlanan yazısının demokratik bir toplumda “çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce” kavramları kapsamında kabul edilmesi gerekmekte olup, davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmamaktadır. Ayrıca, “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamanın “müdahalenin meşru bir amaç” izlediğini ortaya koyması gerekir.
    Açıklanan nedenlerle, davalı gazetede yayınlanan yazı bir bütün olarak değerlendirildiğinde davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı, ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı anlaşılmaktadır.
    Bu durumda, yerel mahkemece; kullanılan ifadelerin basın özgürlüğü ve eleştiri sınırları içerisinde kaldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gereğine değinen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    Direnme kararının bu nedenle bozulması gerekir.
    S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 05.06.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.



    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi