Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2013/1955
Karar No: 2015/1337
Karar Tarihi: 13.05.2015

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2013/1955 Esas 2015/1337 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2013/1955 E.  ,  2015/1337 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : Ankara 11.Asliye Hukuk Mahkemesi
    TARİHİ : 21/03/2013
    NUMARASI : 2012/641 E-2013/173 K.

    Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 11.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 25.10.2011 gün ve 2011/335 E-2011/386 K. Sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 07.02.2012 gün ve 2012/928 E-2012/1563 K. Sayılı ilamıyla;
    (...Davacı, Sözcü Gazetesinin 13.12.2010 günlü sayısında davalının "Fethi Şimşek görevine devam edemez" başlığı altında yayımlanan köşe yazısının gerçek dışı olduğunu, güncel olmadığını, öz ile biçim arasında dengenin bozulduğunu, suç teşkil eden ve hakaret içeren beyanlar bulunduğunu kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu belirterek yazının hukuka aykırılığının tespiti ve davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir.
    Davalı ise, TİB başkanının seçilmesi ile ilgili yasayı Anayasa Mahkemesi iptal etmesine rağmen Fethi Şimşek"in iki yıla yakın bir zamandır görevine devam ettiğini, H.. K.. Anayasa Mahkemesine üye seçilirken aynı usulün uygulandığını, bu durumun hukuka aykırı olduğunu belirten görüşünü yazdığını, başkaları tarafından kaleme alınan yazı, bildiri ve raporların kendisini bağlamayacağını ve bunlardan sorumlu tutulamayacağını, yazının kamu yararına olduğunu belirterek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
    Yerel mahkemece, davacının bulunduğu makamdan dolayı toplum önünde ve toplumun dikkatini çeken bir kişi olduğu, bu kişilerin geçmiş yaşamları ile ilgili her türlü olayların gündeme getirilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı, davalının kendi kişisel görüşlerini dile getirdiği ve kişilik haklarına saldırı amacı gütmediği gerekçesiyle istem reddedilmiş; karar, davacı tarafından temyiz olunmuştur.
    Basın özgürlüğü, Anayasanın 28.maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3.maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
    Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
    Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
    Davaya konu olayda; Sözcü gazetesinin 13.12.2010 günlü sayısında davalının "Fethi Şimşek görevine devam edemez" başlığı altında yayımlanan köşe yazısının incelendiğinde; gerçekten TİB Başkanı Fethi Şimşek ile davacının Anayasa Mahkemesine üye seçilmesi sırasında yaşanan hukuki sorunun dile getirildiği, her iki olay arasında hukuken benzerlik bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak davacının Anayasa Mahkemesine üye seçilmesi sırasında dava dışı kişilere ait "Atatürk düşmanı", "devletin tarif edilen niteliklerini reddeden zihniyette birisinin öyle bir göreve getirilmesi....En basit ifadeyle kediye ciğer teslim etmektir" biçimindeki sözlere yer verildiği anlaşılmaktadır.
    Dava konusu edilen yazıda, davalının bir seçim usulünü eleştirirken dava dışı kişilere ait gerçekliği ispatlanmamış, yazının özü ile uyumlu olmayan, öz ve biçim dengesini bozan ifadelere yer vermesi davacının kişilik haklarına saldırı oluşturur.
    Yerel Mahkemece açıklanan olgular gözetilerek, davacı yararına uygun bir manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...)
    gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

    TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava; basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.
    Mahkemenin, davanın reddine dair verdiği karar davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece, yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece, önceki gerekçeleri yanında “…İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden biri olduğu, bu durum, sadece kabul gören veya zararsız veya ilgilenmeye değmez haber, bilgi veya fikirler için değil, aynı zamanda kırıcı, şaşırtıcı veya rahatsız edici olanlar için de geçerli olduğu, bunlar demokratik bir toplumun olmazsa olmaz ilkeleri olan çoğulcu, hoşgörü ve açık fikirliliğin gerekleri olduğu…” gerekçeleriyle önceki kararda direnilmiştir.
    Direnme kararını, davacı vekili temyiz etmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu yazının (davalının 03.12.2010 tarihli gazetedeki makalesinin) içeriği, kullanılan söz ve ifadeler itibariyle davacının kişilik haklarına saldırının söz konusu olup olmadığı; diğer bir deyişle davacı yararına manevi tazminata hükmetme koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Bu konuda uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
    1982 Anayasasının 90.maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almaktadır. Bu durumda mahkemelerin önlerine gelen uyuşmazlıklarda, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
    Hal böyle olunca; Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gözetilerek verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.
    İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun önemli özelliklerinden biri olup, toplumun ilerlemesinin ve her bir bireyin gelişmesinin temel koşullarından birini oluşturur. Bu özgürlük AİHS’nin 10/2.maddesine tabi olmak kaydıyla, sadece olumlu karşılanan ya da kimseye saldırgan gelmeyen ya da insanların kayıtsız kalabildiği “bilgi” ve “fikirler” için değil, Devlet veya halkın herhangi bir kesimi için saldırgan görünen sarsıcı nitelik taşıyan ya da rahatsız edici olan fikirler için de geçerlidir (Handysıde V.Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, Seri A No. 24, s.23, paragraf 49). Çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın "demokratik bir toplum" olamaz. 10.maddede benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de bu, dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli - Türkiye Davası (Başvuru No: 35839/97).
    Basın özgürlüğü ise, ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM"nin basın ile ilgili kararlarında, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra, basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handysıde V.Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano V. İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
    O halde, basın özgürlüğü; bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür; diğer yönüyle de, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkeme’ye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon V. Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas V. Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
    Burada hemen şunun ifade edilmesi de gerekir ki, Sözleşme’nin 10.maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur. (Oberschlıck V. Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir. (Prager And Oberschlıck V. Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38)
    Basın özgürlüğünün tartışılmasında dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise “değer yargısı” ile “olaya dayalı bilgilendirme” arasında ayırım yapmaktır. Bir olayın olup olmadığı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi gerçekleştirilemez ve kanaat özgürlüğüne müdahale oluşturur. AİHM’ne göre ulusal hukukun bu ayrımı öngörmemesi kendi başına ifade özgürlüğüne aykırılık oluşturabilir.
    İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10.maddesinin 2.fıkrasında ifade edilmiştir. Hukuken öngörülmüş olma ve meşru amaçlar kapsamında ifade özgürlüğünün sınırlandırılması mümkündür.
    Hukuken öngörülebilen bir ifade özgürlüğü sınırlandırılması için meşru bir amacın bulunup bulunmadığının tartışılması gereklidir. AİHS’nin 10.maddesinin 2.fıkrasına göre “bu özgürlüğün kullanılması, …demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin otorite ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağı sorunudur.
    Kamu görevlileri, görevlerini yerine getirirken hoşgörü göstermeleri gereken eleştiri sınırının diğer insanlara göre daha geniş olması gerektiği, AİHM’nin yerleşmiş kararlarındandır.
    Nitekim, yukarıda vurgulanan ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 28.03.2014 gün ve E:2013/4-768, K:2014/402 sayılı ilamında da benimsenmiştir.
    Bu ilkelerin ışığında somut olaya baktığımızda; Sözcü gazetesinin 03.12.2010 günlü sayısında davalının "Fethi Şimşek görevine devam edemez" başlığı altında yayımlanan köşe yazısının içeriğinden de anlaşılacağı üzere, dava dışı TİB Başkanı Fethi Şimşek ile davacının Anayasa Mahkemesine üye seçilmesi sırasında yaşanan hukuki sorunun dile getirildiği, her iki olay arasında hukuken benzerlik bulunduğu anlaşılmakta olup; bu olay aktarılırken davacının Anayasa Mahkemesine üye seçilmesi sırasında (1990 yılında) dava dışı kişilere ait “Bir Nakşibendi mensubunu Anayasa Mahkemesine üye seçmek istiyorlar”, "Atatürk düşmanı", "devletin tarif edilen niteliklerini reddeden zihniyette birisinin öyle bir göreve getirilmesi....En basit ifadeyle kediye ciğer teslim etmektir" biçimindeki sözlere yer verilmiştir.
    Yukarıda belirtilen köşe yazısının bir bütün olarak değerlendirilmesinde; kullanılan söz ve ifadelerin yukarıda vurgulanan AHİM içtihatları karşısında, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekmekte olup; kullanılan bu ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırıya elverişli olduğu kabul edilemez.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında azınlıkta kalan üyelerce, Özel Daire bozma ilamında belirtilen gerekçenin dosya kapsamına uygun olduğu ve bu nedenle yerel mahkeme direnme hükmünün bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.
    Hal böyle olunca; yerel mahkemece, aynı gerekçelerle Özel Daire bozma kararına karşı, önceki kararda direnilmiş olması usul ve yasaya uygundur.
    Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.  
    S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 13.05.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.




    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi