Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesi"nce davanın kabulüne dair verilen 15.12.2009 gün ve 2009/110 E. 2009/379 K. sayılı kararın incelenmesinin davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 11.03.2011 gün ve 2010/5607 E. 2011/3834 K. sayılı ilamı ile;
(...Davacılar, amcaları olan davalıya taşınmazlarını satmak için yetki ve vekaletname verdiklerini, davalının taşınmazı 190.000 TL.ye sattığı halde hisselerine düşen satış bedelini ödemediğini ileri sürerek, şimdilik 15.000 TL.nin tahsilini istemiştir.
Davalı, satış bedelinin kısa bir süre için otomobilinin bagajına konulduğunu ve aracın çalıştığı firmanın otoparkına bırakıldığını, bu sırada aracın camının kırılarak bagajının açıldığını ve paranın çalındığını, üçüncü kişinin haksız fiili nedeniyle illiyet bağının koptuğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, vekil olan davalının özen borcunu yerine getirmemiş olup, kusurlu ve dolayısıyla sorumlu olduğu, bu hususun otopark işletmecisine karşı açılan davada da belirlenerek kesinleştiği sonucuna varılarak davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bent kapsamında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Yukarıda da kısaca özetlendiği gibi dava, vekilin özen borcuna dayalı tazminata ilişkindir. Somut olayda davalı, davacıların amcası olup, tarafların müşterek hisseli taşınmazının satışı hususunda davalıya vekaletname verildiği, 190.000 TL olan satış bedelinin davalıya ait otomobilin bagajında muhafaza edilirken çalındığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu miktardaki parayı otomobilin bagajında muhafaza ve bu aracı otoparka bırakan davalının özen borcunu yerine getirmediği için sorumlu tutulmasında bir isabetsizlik yok ise de, davacıların amcası olan davalının vekil olarak üstlendiği işi ücretsiz olarak gördüğünden, sorumluluğunun hakkaniyete dayalı sorumluluk olacağı dikkate alınarak BK.nun 98/2 maddesi delaletiyle anılan yasanın 43. maddesi gereği bir hakkaniyet indirimi yapılması zorunludur. Mahkemece bu yön üzerinde durulup tartışılmadan yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir…)
gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, vekilin özen borcunun ihlali nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, taşınmaz satışı için vekil tayin edilen davalının, vekalet işini ücretsiz olarak üstlendiği durumlarda, vekil edene karşı özen yükümünün ihlali nedeniyle sorumlu olduğu miktarın belirlenmesinde 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 98/2. maddesi delaletiyle 43. maddesi uyarınca hakkaniyet indirimi yapılması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağı mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 388 ve devamı maddelerine dayalı olarak vekilin sorumluluğuna ilişkindir.
Borç doğuran sözleşmelerden birisi olan “Vekâlet Sözleşmesi”, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 386/1 maddesinde: “Vekâlet, bir akittir ki, onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.” şeklinde tanımlanmıştır.
Bu tanımlamadan vekâlet sözleşmesinin unsurları: vekilin, bir iş görme borcunu üstlenmesi; iş görme borcunun, başkasının menfaatine yapılması; iş görme borcunun, müvekkilin iradesine uygun olarak yerine getirilmesi; vekilin, edim sonucunu değil, edim fiilini üstlenmesi; vekilin, iş görme borcunu yerine getirirken bağımsız hareket etmesi ve (zorunlu olmadığından) kararlaştırılmışsa ücret biçiminde sıralanabilir.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle vekilin özen yükümünün değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere, kural olarak vekâlet sözleşmesinin kapsamı, Borçlar Hukukumuzun genel hükümlerine ve genel ilkelere bağlı olarak tarafların rızalarına göre belirlenir.
Vekâlet sözleşmesi, bir iş görme sözleşmesi olduğundan tipik edim bir işin görülmesi veya bir hizmetin yerine getirilmesidir. Vekil, vekâlet sözleşmesi gereği başkası adına işler yapmakla yetkilendirilmiş olan kişidir. Bu açıdan bakıldığında, bir taşınmazı vekâleten satın alan veya satan kimse, vekil olabilmektedir.
Vekalet sözleşmesi, sonucu itibariyle güven ilişkisine dayandığından vekalet konusunun yerine getirilmesinde vekile düşen yükümlülük özen ve sadakat borcudur.
Vekilin sadakat ve özen borcu, BK’nun 390/2. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddede “Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir.” açıklaması ile işi özenle ifa borcunun sınır ve kapsamı çizilmiştir.
Özen ve sadakat borcu, vekilin kendisine değil başkasına ait bir işi görmesinden ve işini gördüğü kimsenin menfaat ve iradesine uygun hareket etmesinin vekâletin zorunlu bir unsuru olmasından çıkarılabilir. Bu borç gereğince, gerek vekâletin devamı sırasında ve gerekse vekâlet ilişkisi sona erdikten sonra vekil, müvekkilin yararını sözleşmenin amacına uygun bir biçimde koruması gerekir. Başka bir ifadeyle, vekil sadakat borcu gereği olarak, müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak ve ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorundadır. Bu yükümlülüğün gereği gibi yerine getirilmemesi halinde vekil, özen ve sadakat borcu nedeniyle müvekkilinin doğacak zararını tazminle yükümlü olacaktır.
Öte yandan, BK"nun 392/1. maddesi uyarınca; müvekkilin istemi halinde vekil, vekâlet sözleşmesinin konusu olan ve yapmış bulunduğu işin hesabını, bilgi verme yükümlülüğü nedeniyle vermek durumundadır. Hesap verme borcu; vekilin göreviyle ilgili mali konularda, daha açık bir anlatımla aldığı mal veya paralar, yaptığı harcamalar hakkında ve aldığı avans ve masrafları nerelerde kullandığı hususlarında hesap vermek ve buna ilişkin belgeleri müvekkile ibraz etmek zorunluluğunu getirir.
Hesap verme ve vekilin, müvekkile bilgi vermesi suretiyle, müvekkil, vekili denetlemek, vekile ifa edeceği işle ilgili talimatları vermek, talimatların ne ölçüde yerine getirildiğini tespit etmek olanağına kavuşmuş olmaktadır. Vekil ise, müvekkilin bu davranışları sayesinde, vekâlet sözleşmesi ile üstlendiği işi daha kolay gerçekleştirecek ve müvekkile her aşamada zaten hesap verdiği için, sözleşmenin bitiminde vekilin iade borcu daha kolay yerine getirilecektir. Zira böylece vekilin, kendisinin müvekkilden olan alacaklarının mahsubunun sağlanması ve ifa ettiği iş dolayısıyla ibra edilmesi daha kolay gerçekleşecektir.
Vekil hesap verme borcunu yerine getirmekle, aynı zamanda müvekkilin kendisini muhtemel tazminat taleplerinden ibra etmesini sağlamak amacını güder. Hesabın doğruluğu ve işin gereği gibi yapıldığı tarafların birbirlerine karşı açacakları alacak davalarında tespit olunur.
Ancak, müvekkil, sadece hesap verme borcunun yerine getirilmesi için değil, aynı zamanda vekilin vekâleti dolayısıyla aldığı ve kendisine vermesi gereken para veya diğer şeylerin teslimi ve vekâletin gereği gibi ifa edilmemesi dolayısıyla uğradığı zararın tazmini için de dava açabilecektir.
Zira, yukarıda da belirtildiği üzere, BK"nun 390/2 maddesine göre vekil, müvekkile karşı vekaleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir.
Vekaletin, vekilin kabullendiği işin yapılması için, icap eden tasarrufları ifa salahiyetini kapsadığı, vekilin, müvekkilinin açık talimatına aykırı hareket edemeyeceği, vekilin sorumluluğunun genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin hükümlere tabi olduğu belirtilmiştir. Vekilin işin başarılı olması için mesleki bilgi ve deneyimleri ile hayat deneyimlerine ve işlerin normal oluşuna göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması, başarılı sonucu engelleyecek davranışlardan kaçınıp, tedbirli ve basiretli olarak hareket etmesi, özen borcunun konusunu teşkil eder.
Sadakatle ifa genel bir anlatımla objektif iyi niyet kurallarına uygun olarak ifa şeklinde tanımlanmaktadır. O nedenle vekil, vekaleti ifada; özen ve sadakat yükümüne aykırı davranışta kusuru pek hafif olsa dahi sorumluluktan kurtulamayacak ve bu yüküme aykırı davranışları halinde uğranılan zararı tazmin etmek zorunda olacaktır.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, Borçlar Kanunu’nun 386. maddesinin son fıkrası gereğince vekalet sözleşmesinde ücret, sözleşmenin zorunlu unsurlarından değildir, ancak taraflar vekalet görevini kabullenen kişinin bunun karşılığında bir ücret alacağını kararlaştırabilir.
Bu aşamada uyuşmazlığın çözümünde mülga 818 sayılı BK.nun 98 ve 43. maddelerinin de irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, mülga BK"nun genel hükümlerinden olan 98. maddesi uyarınca borçlu genel olarak her kusurundan sorumludur. Ne var ki, sorumluluğun kapsamı işin özel niteliğine göre çok veya az olabilir. Özellikle iş borçlu için bir faydayı mucip olmadığı takdirde sorumluluk daha az şiddetle takdir olunur ve haksız fiillerden doğan sorumluluğa ilişkin kurallar, örneğin anılan Kanunun 42, 43, 44, 46/2, 47, 48 ve 54. maddeleri kıyaslama yoluyla sözleşmeye aykırı davranışlara da uygulanır.
BK"nun 43/1. maddesinde; “Hâkim, olayların özelliklerine ve durumun gereğine göre zararın miktarını tesbit eder” hükmü yer almaktadır. Madde kapsamındaki özel haller arasında; zararın meydana gelmesine veya artmasına kısmi veya ortak sebep olarak umulmayan hallerin katkıda bulunması; zarar verici olaydan failin de zarar görmesi veya böyle bir olayın, failin zarar gören yararına bir davranışta bulunduğu sırada meydana gelmesi gibi haller gösterilebilir. Zararın oluşum veya artmasına katkıda bulunan bu tür olaylar da zarar gören aleyhine tazminattan indirim sebebi olarak gözönünde tutulur (Eren, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt:1, 1998, 6. Bası, sy:763).
Gerçekten zarar, zarar verenin zarar gören yararına yaptığı bir fiil, bir iş sonunda meydana gelmişse, hâkim, bu durumu da gözönünde tutarak, tazminattan indirim yapabilir. Hâkim, olayın özelliğini gözönünde tutarak ya tazminatı tamamen reddeder ya da tazminattan indirim yapar.
Yukarıdaki açıklamaların ışığında somut uyuşmazlığın değerlendirilmesinde; davacılar tarafından aralarındaki akrabalık ilişkisinin doğurduğu güven ile amcaları olan davalıya tarafların müşterek hisseli taşınmazının satışı hususunda vekaletname verdikleri, 190.000 TL olan satış bedelinin davalıya ait otomobilin bagajında muhafaza edilirken çalındığı, taşınmazın satış bedelini yanında değil, otomobilin bagajında bırakan vekilin özen borcunu gereği gibi yerine getirmemesi nedeniyle davacılara karşı sorumlu olduğuna ilişkin kabulde isabetsizlik bulunmamaktadır. Ne var ki, mahkemece tazminat miktarı belirlenirken; vekilin, davacıların yararına olan taşınmaz satışını gerçekleştirmeye yönelik işi ücret almadan, menfaat sağlamadan kabul etmesi, kendisinin de bu eylemden zarar görmüş bulunması gibi hususları gözetilerek özen yükümünün hafifleştirilmesine ilişkin BK’nun 98. maddesinin yollaması ile 43. maddesi değerlendirilmek suretiyle uygun bir tazminata hükmetmesi gerekir.
O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun"un 440.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.09.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.