
Esas No: 2012/3-101
Karar No: 2012/597
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/3-101 Esas 2012/597 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul 4.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 13/09/2011
NUMARASI : 2011/114 E-2011/208 K.
Taraflar arasındaki “istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 4.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 07.07.2009 gün ve 2007/71 E. 2009/170 K. sayılı kararın incelenmesinin davalı (Alacaklı) S.. B.. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 25.05.2010 gün ve 2010/946 E.-2010/9267 K. sayılı ilamı ile;
(...Davacı vekili dilekçesi ile; davalı alacaklı S.. B.. tarafından, diğer davalı borçlu G.. B.. aleyhinde 20.000 TL asıl alacak, 50.000 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 70.000 TL üzerinden icra takibi yapıldığını, borçlu tarafından itiraz edilmediğinden takibin kesinleştiğini; bunun üzerine, borçlu aleyhine aciz vesikası düzenlenmiş ve alacaklı tarafından; bu belgeye dayanılarak, borçlunun 21.03.2003 tarihinde davacıya sattığı gayrimenkule ilişkin olarak, tasarrufun iptali davası açtığını; yargılama sonucunda, alacaklı S.. B.."nın alacak ve ferilerine yetecek oranda tasarrufun iptaline karar verildiğini; bu nedenle, alacaklıya takibe konu borç miktarının ödendiğini; oysa, icra takibine konu borcun dayanağı belge (çek) bankaya ibraz edilmediğinden yazılı delil başlangıcı niteliğinde olup, takip öncesinde temerrüd oluşmayacağından faiz talep edilemeyeceğini; takip sonrasında da yasal olmayan faiz oranı talep edildiğinden, davalıların sebepsiz zenginleştiklerini iddia ederek; fazladan ödedikleri toplam: 92.352 TL"nin istirdaten tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı S.. B..vekili cevap dilekçesinde; davacı 3.şahıs A.. B.."ın kendisine icra takibi yapılmadığı halde kesinleşen takipten dolayı bu şekilde dava açması ve takibe itirazı usul ve yasaya aykırı olduğundan, davanın husumet yokluğundan usulden reddi gerektiğini savunarak; davanın reddini istemiştir.
Davalı G.. B.. vekili ise; takip konusu borca ve takip ile talep edilen fahiş faiz miktarına, müvekkilinin; içinde bulunduğu çok zor ekonomik şartlardan dolayı girdiği ruhsal bunalım sonucu hastalığı nedeniyle, itiraz edemediğini; kaldı ki müvekkiline ödenmiş bir para bulunmadığından paranın müvekkilinden istirdatının söz konusu olamayacağını belirterek; davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; "...Alacaklı tarafından takip tarihine kadar işlemiş faiz isteği yasal dayanaktan yoksun olup, ancak takip tarihinden itibaren yasal faiz istenebileceğinden; bilirkişi raporunda hesaplandığı üzere 79.461,76 TL"nin fazla ödendiği sonucuna varıldığından;... bu miktarın davalı S.. B.."ya ödenmemesine, davacı tarafa iadesine; davalı G.. B..hakkındaki davanın ise husumet yönünden reddine karar vermek gerekmiştir, gerekçesiyle" davalı G.. B.."a ilişkin talebin reddine, diğer davalı S.. B.. hakkındaki davanın ise kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı S..B.. vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Davacı, İİK"nun 277. ve devamı maddeleri gereğince, aleyhinde açılan tasarrufun iptali davası sonucunda; borçlunun kesinleşen borcunu ve fer"ilerini karşılamaya yetecek miktar için tasarrufun iptaline karar verildiğinden, dava konusu borcu ödediğini; ancak, takipte talep edilen faizin ve faiz oranının yasal olmadığını ileri sürerek, fazladan ödenen miktarın istirdatını talep etmektedir.
Tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için öncelikle davacının (alacaklının) gerçek bir alacağının bulunması, diğer bir söyleyişle tasarrufta bulunan kişinin (borçlunun) gerçekten borçlu olması gerekir. Bu nedenle, iptal davasında; davalı 3.kişi aciz belgesine bağlanan alacağın gerçekte olmadığını, borçlu ile alacaklı arasında danışık (muvazaa) bulunduğunu savunabilir ve ispat edebilir. Aksi halde, takip alacaklısıyla anlaşarak yada icra takibine itiraz etmeyerek takibin kesinleşmesi halinde menfi tespit davası açmayan borçlunun bu şekilde davranması nedeniyle borçludan mal edinen üçüncü kişilerin mahkeme kanalı ile zarara uğratalması da bu yöndedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.6.2002 gün ve 2002/15-495-528 sayılı kararında, icra takibine vaki itiraz üzerine açılan itirazın iptali davası sonucunda davanın kabulüne karar verilerek takibin kesinleşmiş olması halinde dahi tasarrufun iptali davasında böyle bir savunmanın bulunması alacağın gerçek bir alacak olup olmadığının-muvazaaya dayanıp dayanmadığının- araştırılması gerektiğine karar verilmiştir.
Ne var ki, taraflar arasında görülüp sonuçlanan iptal davasında ise; davacının yukarıda belirtildiği gibi bir iddiası olmamıştır. Aynı taraflar arasında görülüp kesinleşen tasarrufun iptali davası ile borçlu hakkında yapılan icra takibine konu olan borcun mevcudiyeti saptanmıştır. Bu nedenle, iptal davasının kesinleşmesi sonucunda borcu ödemek zorunda kalan (3.kişi durumundaki) davacı; artık, tasarrufta bulunanın alacaklıya gerçek bir borcu olmadığını iddia edip, sebepsiz zenginleşmeye dayalı yeni bir dava açamaz. Taraflar arasındaki kesinleşmiş tasarrufun iptali davasına dayalı olarak, davalı alacaklı alacağına kavuşmuş bulunduğundan, bir zenginleşmesinden de sözedilemez. Olay nedeniyle zenginleşen, borcu sonlandırılan takip borçlusudur.
O halde, mahkemece; davalı S.. B.. hakkındaki davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı/alacaklı S.. B.. vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı alacak istemine ilişkindir.
Davacı/üçüncü kişi, davalılar arasındaki icra takibinin davalı/borçlunun itiraz etmemesi üzerine kesinleştiğini, alınan aciz vesikasına istinaden davalı/alacaklı tarafından davalı/borçlu ve üçüncü kişi olarak kendisi aleyhine tasarrufun iptali davası açıldığı ve bu dava sonunda verilen karar üzerine davalı/borçludan satın aldığı taşınmazın borca yeter miktarının satışına karar verildiğini, taşınmazının satışını önlemek amacıyla davalı/borçlunun icra dosyası borcunun tamamını ödediğini, ancak ödediği borcun, davalı/borçlunun takibe ve faize itiraz etmemesi nedeniyle aslında yasal dayanağı olmayan temerrüt faizini de içerdiğini beyanla, davalı/borçlunun yasal dayanağı olmadığı için aslında borçlu olmadığı ve icra tehdidi altında ödemek zorunda kaldığı temerrüt faizi miktarının sebepsiz zenginleşen davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Yerel Mahkemece, davalı/alacaklı tarafından takip tarihine kadar işlemiş faiz isteğinin yasal dayanağı bulunmadığı gerekçesiyle sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalı/alacaklı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Yerel Mahkemece önceki gerekçe tekrarlanmak suretiyle, direnilmiştir.
Direnme hükmü davalı/alacaklı S.. B.. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, tasarrufun iptali davasının aleyhine sonuçlanması üzerine, adına kayıtlı taşınmazının satışını önlemek amacıyla icra dosyası borcunu yatıran üçüncü kişinin, icra dosyasına yatırdığı miktardan yersiz olduğunu iddia ettiği kısmını takip alacaklısından sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca talep hakkı bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulu"nda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle davanın hukuki dayanağının ne olduğu hususunda tartışmalar yapılmış, çoğunluk tarafından davanın yasal dayanağının Borçlar Kanunu"nun sebepsiz zenginleşme hükümleri olduğunun kabulü ile uyuşmazlığın çözümü bu doğrultuda yapılmıştır.
Bu nedenle, uyuşmazlığın çözümünde öncelikle sebepsiz zenginleşme hükümlerinin incelenmesi ve somut uyuşmazlıkta uygulama yerinin bulunup bulunmadığı hususlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Bilindiği üzere, iki veya daha fazla kimseler arasında mevcut olan ve bunlardan birisini diğerine karşı edimde bulunmakla yükümlü kılan hukuki bağa, borç bağı denir. Borç bağı, alacaklı bakımından bir alacak, borçlu bakımından bir borç veya yükümlülüktür. (Andreas Von Tuhr, Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, Cevat Edege çevirisi. 1.cilt. Ankara 1983 s:9)
818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (BK) “Borçların Teşekkülü” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (m.1-40) ve haksız fiilden doğan borçlar (m.41-60) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak, haksız (sebepsiz) iktisap (m.61-66) öngörülmüştür.
Borçlar Kanunu sisteminde, diğer borçların açıkca tayin edilmiş yeri yoktur. Borçların esaslı kaynağını teşkil eden sözleşmeden başka, tek taraflı bir irade beyanından veya tek taraflı hukuki bir işlemden doğan alacaklar da düzenlenmiştir.
Bunların dışında, ne hukuki bir işlemde açıklanan bir iradeye, ne de hukuka aykırı bir iradeye dayanmayan, diğer bir ifadeyle, kanundan doğan borçlar bulunmaktadır; örneğin, aile hukukundan doğan nafaka borcu gibi.
Kısaca belirtmek gerekirse, borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz iktisap ya da bir kanun hükmüdür.
Sorumluluğun üçüncü genel kaynağı olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
Borçlar Kanunu’nun konuya ilişkin 61 ve ardından gelen maddelerindeki düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır.
Sebepsiz zenginleşmenin borç doğurmasının nedeni, kişinin iradesi dışında malvarlığında bir eksilmenin meydana gelmesidir ve sebepsiz zenginleşmede, malvarlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur.
Bütün bu açıklamalara göre, sebepsiz zenginleşme, ikinci derecede (tali nitelikte) bir dava hakkı temin eder. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez. Amaç; davalının edindiği çoğalma sonucu, tüm malvarlığında meydana gelen artışın iadesinden ibarettir.
O nedenle, zenginleşmenin kapsamını tayinde, müktesibin malvarlığında oluşan çoğalma ile azalmanın karşılaştırılması yapılmalı, böylece, kazanç ve farkın oluşturacağı sonuç, zenginleşmeyi ortaya koymalıdır (Ulusan İlhan, İyiniyetli Sebepsiz Zenginleşenin İade Borcunun Sınırlanması Sorunu; BK. m. 63/1 İstanbul 1984, s. 34, 35).
Sebepsiz zenginleşmeye konu şeyin, hakkın veya hizmetin zenginleşme (iktisap) tarihindeki miktar veya değeri; kısaca, sebepsiz zenginleşmenin miktarı, fakirleşen tarafından ispat edilmelidir.
Geri verilecek miktarın belirlenmesinde, zenginleşenin iyiniyetli veya kötüniyetli olması da, göz önünde tutulması gereken bir olgudur.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında davacı/üçüncü kişinin talebinin, yasal dayanağı aslında borçlu olmadığı bir miktarın ödendiği iddiasına dayalı sebepsiz zenginleşme olduğu, malvarlığında meydana gelen eksilmenin giderilmesinin davalılardan talep edildiği açıktır.
Bu aşamada, uyuşmazlığın çözümü açısından davacı/üçüncü kişinin tasarrufun iptali davasında borcun miktarına itiraz etmemesine rağmen aynı konuda sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayalı olarak talepte bulunup bulunamayacağı hususunun da açıklığa kavuşturulması gerekir.
Bu yönde, öncelikle tasarrufun iptali davalarının niteliği belirlenmelidir.
Bilindiği üzere, tasarrufun iptali davaları 2004 sayılı İcra Ve İflas Kanunu"nun 277 ve devamı maddelerinde özel olarak ve tüm ayrıntıları ile düzenlenmiş olup, tarafları, yargılama usulü ve nitelikleri kendine özgü olan bir dava türüdür.
Nitekim, anılan Kanunun “İptal davası ve davacılar” başlıklı 277. maddesinde;
“İptal davasından maksat 278, 279 ve 280 inci maddelerde yazılı tasarrufların butlanına hükmettirmektir.
Bu davayı aşağıdaki şahıslar açabilirler:
1-Elinde muvakkat yahut kati aciz vesikası bulunan her alacaklı,
2-İflas idaresi yahut 245 inci maddede ve 255 inci maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hallerde alacaklıların kendileri.”
denilmekte;
“İadenin şümulü” başlıklı 283. maddesinde ise;
”Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, bu davaya konu teşkil eden mal üzerinde cebri icra yolu ile, hakkını almak yetkisini elde eder ve davanın konusu gayrimenkulse, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın tashihine mahal olmadan o gayrimenkulun haciz ve satışını isteyebilir.
İptal davası, üçüncü şahsın elinden çıkarmış olduğu mallar yerine geçen değere taalluk ediyorsa, bu değerler nispetinde üçüncü şahıs nakden tazmine (Davacının alacağından fazla olmamak üzere) mahkum edilir.
İptal davası üzerine üçüncü şahıs da, mamelekinde hasıl olacak eksikliğin borçludan tahsilini aynı davada isteyebilir. Bu talep, iptal davasının tefrik edilerek daha önce hükme bağlanmasına mani değildir.
İptal davasını kaybeden üçüncü şahıs, karşılık olarak şeyi veya bedelini borçludan veya iflas masasından geri isteyebilir.
Batıl bir tasarruf neticesinde kendisine ödenilen şeyi geri veren alacaklı eski haklarını muhafaza eder.
Kendisine bağış yapılan iyi niyetli ise yalnız dava zamanında elinde bulunan miktarı geri vermeye mecburdur.”
hükmü yer almaktadır.
Anılan hükümler uyarınca, iptal davası hukuki niteliği itibariyle, dava konusu malın aynına ilişkin olmayıp, şahsi bir davadır. Bunun doğal sonucu olarak da dava ve tasarrufa konu mal devir alanın mal varlığından çıkartılarak borçlunun mal varlığına iade edilmez. Sadece alacaklıya malın bedelinden alacağını alma imkanı sağlar.
Hakkında iptal davası açılan üçüncü kişi, malvarlığında oluşacak eksikliğin borçludan tahsilini İİK.nun 283/3. maddesi uyarınca aynı davada isteyebilir. Bu dava iptal davası ile birlikte karara bağlanır. Ancak, üçüncü kişinin açtığı bu dava ile tasarruf iptal davasının birlikte incelenmesi iptal davasının uzamasına neden olacaksa, mahkemece, istem üzerine veya kendiliğinden davaların ayrılmasına karar verilerek iptal davası daha önce karara bağlanabilir.
İptal davasının amacı, İİK 277 ve devamı maddelerinde öngörüldüğü gibi borçlunun mevcudunu azaltmaya yönelik tasarruflarını iptal ettirmektir. Yukarıda açıklanan İİK.nun 283. maddesi hükmüne göre iptal davasının konusu taşınmaz mal olduğu takdirde, davalı üçüncü kişi üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan bu taşınmazın haciz ve satışı istenebilir. Diğer söyleyişle bu dava alacaklıya borçlunun mal kaçırma amacıyla yaptığı tasarrufla ilgili mal üzerinde alacağın tahsilini sağlama yetkisini verir. Bu yetki de alacak miktarı ile sınırlıdır.
Ayrıca, bu davalarda taşınmaz, borçludan taşınmazı satın alan davalı elindeyse tasarrufun iptaline hükmedilir. Şayet elinde değilse yani davaya konu malı elinden çıkarmışsa İİK. nun 283/2. maddesinin açık hükmü gereğince dava o mal yerine geçen değere taalluk eder ve iptal davasını kaybeden davalı bu değer oranında tazminat ödemekle yani nakden tazminle yükümlü olur.
Bu özelliklerin doğal sonucu olarak davanın görülebilirlik şartlarından birisi alacağın varlığı diğer söyleyişle tasarrufta bulunan kişinin borçlu olması, bir diğeri de alacağın aciz vesikasına bağlanmış olmasıdır. Bu özelliği nedeniyle aciz nedenine dayalı tasarrufun iptali davasında davalı üçüncü kişi aciz belgesine dayanan alacağın gerçekte olmadığını iddia ve ispat edebilir (Prof D. Baki Kuru, İcra Ve İflas Hukuku, c:4,sh: 3506 v.d). Çünkü dava şartlarından birisi de tasarrufta bulunan kişinin borçlu olması gereğidir. Eğer tasarrufta bulunanın alacaklıya gerçek bir borcu olmadığı iddia ediliyorsa bu durumda tasarruf sahibinin öncelikle borçlu sıfatı çözümlenmelidir. Bu nedenledir ki üçüncü kişi davalının borcun gerçek olmadığı iddiası ve muvazaanın varlığı yönündeki savunmasının mahkemece incelenmesi gerekir.
Konu diğer bir yönden konu ele alındığında, İİK.277. vd maddelerine göre açılan iptal davalarında takip borçlusundan hak iktisap eden üçüncü kişilerin, davacının takip borçlusundan alacaklı olmadığına ilişkin savunmasının araştırılmasında zorunluluk vardır. Aksi takdirde takip alacaklısıyla anlaşarak veya nasıl olsa kendisinin borca batık olması nedeniyle gerekli çabayı göstermeyerek icra takibine itiraz etmeyen, itiraz üzerine durması söz konusu olmayan kambiyo senetlerine dayalı takibe karşı menfi tespit davası açmayan takip borçlusunun bu davranışı karşısında borçludan mal edinen 3. kişilerin yargı eliyle zarara uğratılması söz konusu olur ki bunun kabulüne olanak yoktur. Hatta tasarrufta bulunurken borçlu olmayan kötü niyetli kişilerin malvarlığındaki bir unsuru iyi niyetli üçüncü kişilere devrettikten sonra hileli işbirliği halinde olduğu kimselere eski tarihli borç senedi vererek elinden çıkardığı malları iptal davası yoluyla dolaylı olarak geri alması dahi imkan dahiline sokulabilir. Elbette ki bunlar yasaca amaçlanan durumlar değildir. Tasarrufun iptali davalarında alacaklıya alacağını tahsil olanağı sağlanırken bu alacaklının alacağının şeklen varlığının değil, gerçekliğinin amaçlandığını göz ardı etmemek gerekir.
Nitekim, somut olayda da davacı/üçüncü kişi, aleyhine açılan tasarrufun iptali davasında cevap dilekçesinde, taşınmazı satın alırken haberdar olmadığı ve satış protokolünde yer almayan borçlardan sorumlu tutulmasının hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek genel anlamda takibe konu borca itiraz etmiş ve hakkındaki davanın kabulüne ilişkin kararı temyiz etmiş ise de, anılan tasarrufun borca yetecek miktarının iptaline ilişkin karar, üçüncü kişinin temyiz talebinin süreden reddi ile usulen kesinleşmiştir.
Hal böyle olunca; Yerel Mahkemenin, Borçlar Kanunu’nun sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca davacı/üçüncü kişinin fazladan ödemek zorunda kaldığını belirttiği temerrüt faizi miktarının, davalı/alacaklıdan tahsili gerektiği yolundaki gerekçesi ve buna göre vardığı sonuç isabetli olup, Yerel Mahkemenin direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, davacı/üçüncü kişinin malvarlığındaki eksikliğin miktarı yönünden Özel Daire tarafından inceleme yapılmamıştır.
O halde, davalı/alacaklı vekilinin sorumlu tutulduğu miktarın hesaplanmasına yönelik sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daire’ye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun olup, davalı/alacaklı Serap Balcı vekilinin hükmedilen miktara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 3.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HUMK"nun 440/1. maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.09.2012 gününde yapılan görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
İİK.nın 277 ve devamı maddeleri uyarınca açılan dava sonucunda verilen karar maddi anlamda tarafları açısından kesin hüküm ifade eder. Bu hükümle birlikte iptâl davasını açan alacaklının üçüncü kişinin (tasarruf yapılanın) tasarrufa konu mal -hak- üzerinde ne miktar için haciz -satış- yapabileceği hususu da kesinleşmiş olur. Kısaca icra takibindeki alacak ve fer"ileriyle sınırlı olarak 3.ncü kişi davalı sorumlu olur. Üçüncü kişinin ödemek zorunda kaldığı miktar için icra takibinin borçlusuna karşı yasadan doğan rücu hakkı vardır. Bu hak sadece borçluya dönme bakımından olup, alacaklıya rücu imkânı tanınmamıştır (İİK.md.283/3).
Tasarrufun iptâli davası üzerine üçüncü kişi bu davada icra takibine konu alacağın muvazaalı olduğunu ve miktarının fahiş olduğunu ileri sürme hakkına sahiptir. Muvazaa iddiası ya da faizin fahiş bulunduğuna dair iddia aynı davada incelenebilir. Dava sonunda tasarruf iptâl edilmiş ve alacak ve fer"ileri kesinleşmiştir. Verilen karar süresinde temyiz edilmemiş olup, alacaklı alacağını davalı üçüncü kişiden tahsil etmiştir.
Üçüncü kişi iptâl davası dışında, alacaklının kötüniyetini veya haksız eylemini, hileli davranışını vs. ileri sürüp ispat etmediği sürece fazla ödediğini iddia ettiği faizi sebepsiz iktisap hükümlerine dayanarak alacaklıdan geri isteyemez. Borçluya gidebilir. Aksi takdirde alacaklı kendisinden istirdat olunan miktar için ayrıca takip yapmak zorunda kalacaktır ki zaten kesinleşen takip için bu mümkün değildir.
Sonuç olarak olayda tasarrufun iptâli davası kesin hüküm oluşturmuştur. Alacaklının icra takibi ve iptâl davasında kusuruna, alacağın muvazaalı olduğuna dair iddia ileri sürülmemiş ve bu hususlar kesinleşmiştir. O halde Yüksek 3.ncü Hukuk Dairesinin sadece borçluya gidilebileceği yolundaki bozma kararı yerinde olup Yüksek Kurulun 3.ncü kişinin alacaklıya rücu edilebileceğine dair vardığı sonucun dayanağı olmadığından karara katılmıyorum.
KARŞI OY YAZISI
Olayımızda davacı, İ.İ.K. 277 ve devamı maddeleri gereğince aleyhinde açılan tasarrufun iptali davası sonucunda, borçlunun kesinleşen borcunu ve fer"ilerini karşılamaya yetecek miktar için tasarrufun iptaline karar verildiğinden dava konusu borcu ödediğini, ancak takipte talep edilen faizin ve faiz oranının yasal olmadığını ileri sürerek fazladan ödenen miktarın istirdadını talep etmektedir.
Uyuşmazlık, tasarrufun iptali davasının aleyhe sonuçlanması üzerine taşınmazın icraen satışını önlemek amacıyla, icra dosyası borcunu yatıran üçüncü kişinin icra dosyasına yatırdığı miktardan yersiz olduğunu iddia ettiği kısmı takip alacaklısından sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca talep hakkı olup olmadığı noktasındadır.
Taşınmazın iptali davasının özel koşullarından biri, davacının (alacaklının) borçludan gerçek bir alacağının bulunmasıdır. Bu nedenle iptal davasında davalı 3.kişi (dosyamız davacısı) aciz belgesine ve kesinleşen icra takibine bağlanan borcun gerçekte olmadığını, borçlu ile alacaklı arasında muvazaa bulunduğunu savunup isbat edebilir. Ancak, taraflar arasında görülüp sonuçlanan ve kesinleşen iptal davasında, davacının böyle bir iddiası olmamıştır.
İptal davası ile alacaklıya, ilgili mal üzerinde alacağın tahsilini sağlama yetkisi verilir. Bu yetki miktar ve faiz oranı kesinleşen icra dosyasındaki alacak miktarı ile sınırlıdır.
Mahkeme, iptal koşulları oluşmuş ise, davacının alacak ve eklentileri toplamıyla sınırlı olarak 3.kişiden tahsile karar verecektir. Olayımızda da hüküm bu yolda kurulmuş, kesinleşen bu dava ile borçlu hakkında yapılan icra takibine konu borcun mevcudiyeti saptanmıştır.
Artık iptal davasının kesinleşmesi sonucu borcu ödemek zorunda kalan davacı, (3.kişi) alacağı kesinleşen alacaklıya karşı gerçek borç olmadığı iddiası ile sebepsiz zenginleşmeye dayalı yeni bir dava açamaz. Davalı (alacaklı), kesinleşen iptal davası sonucuna göre alacağını tahsil ettiğinden zenginleşmesinden söz edilemez. Olay nedeniyle zenginleşen var ise, borcu sonlandırılan davalı takip borçlusudur. Bilindiği gibi İ.İ.Y. 283/3"deki hüküm ile de davacıya borçluya başvuru hakkı tanınmıştır. Şöyle ki, davacı mal varlığında ödenen borç nedeniyle bir eksilme iddiasında ise, taşınmazın iptali davasında borçludan talep edebilir. Bu talep, o dava ile birlikte veya tefrik edilerek öncelikle görülebilir. Davacı bu hükümden de yararlanmak üzere talepte bulunmamıştır. Bu hüküm dahi sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanılarak alacaklıdan talepte bulunulamayacağını açıkca göstermektedir.
Açıklanan nedenlerle, aleyhine sonuçlanan ve kesinleşen taşınmazın iptali davası üzerine satışı önlemek için icra dosyasına borcu yatıran üçüncü kişinin, yatırdığı miktardan yersiz olduğunu iddia ettiği kısmı, takip alacaklısından sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre talep hakkı bulunmadığı ve direnme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle, bunun aksine direnme uygun daire yönünde oluşan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.
