
Esas No: 2011/2-733
Karar No: 2012/87
Karar Tarihi: 22.02.2012
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2011/2-733 Esas 2012/87 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Aydın Aile Mahkemesi
TARİHİ : 23/09/2011
NUMARASI : 2011/1006-2011/1126
Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;A.. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25.11.2009 gün ve 2008/86-2009/1335 sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 24.02.2011 gün ve E:2010/2169, K:2011/3255 sayılı ilamı ile;
(…Davacının temyiz dilekçesi davadan feragat niteliğindedir. Bu konuda bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir...)
gerekçesiyle, bozma kapsamına göre davalının temyiz itirazları incelenmeksizin bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, eşin akıl hastalığı sebebiyle evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuksal nedenine dayalı boşanma istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalının akıl hastası olması nedeniyle taraflar arasındaki evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını ve özellikle müvekkili yönüyle evliliğin çekilmez hale geldiğini ileri sürerek, tarafların 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK)"nun 164 ve 165.maddeleri gereğince boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Yerel Mahkemece, “Davalı kadının akıl hastası olduğu, bu nedenle davacı eş için ortak hayatın çekilmez hale geldiği, ancak davacı kocanın davalı kadını dövmesi nedeniyle kusurun davacı kocada bulunduğu” gerekçeleriyle tarafların TMK’nun 165.maddesi gereğince boşanmalarına, kadın lehine nafakaya, maddi ve manevi tazminata hükmedilmiştir.
Taraf vekillerinin kararı temyizleri üzerine, karar, Özel Dairece başlık bölümünde yer verildiği üzere davacı vekilinin temyiz dilekçesi feragat niteliğinde kabul edilerek bozulmuş; davacı vekilinin karar düzeltme istemi de, Özel Dairece reddedilmiştir.
Yerel mahkemece, “davacı vekilinin temyiz dilekçesinin davadan feragat niteliğinde bulunmadığı” gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme hükmünü davalı vekili, temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı vekilinin temyiz dilekçesinin içerik ve kapsamından boşanma davasından feragat ettiğine dair bir anlam ve sonucun çıkarılıp çıkarılamayacağı, noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümlenmesinde ilke olarak, feragat beyanının nasıl olması gerektiğinin belirlenmesi önem arz etmektedir.
Buna göre, öncelikle somut uyuşmazlığa hangi yasa hükmünün uygulanacağının tespitinde yarar vardır:
Usul hukuku alanında geçerli temel ilke, yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise, bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.
Medeni usul hukukunda ise, kural olarak kanun değişikliklerinde az yukarıda belirtilen ilkeye paralel “derhal uygulanırlık” ilkesi geçerlidir.
Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhal uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili “usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı”dır.
Hemen belirtilmelidir ki, dava, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (veya hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bir davayı bütün olarak değerlendirip, bu konuda yeni kanunun etkili olup olmayacağı söylenemez. Yargılama sırasında yapılan bir usul işlemi ve kesiti tamamlanmış ise, artık yeni kanun o usul işlemi hakkında etkili olmayacak, dolayısıyla da uygulanmayacaktır.
Eğer bir usul işlemi, yargılama sırasında yapılmaya başlanıp, tamamlandıktan sonra, yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse, söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle, tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise, yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü, usule ilişkin kanunlar -tersine bir kural benimsenmediği takdirde-genel olarak hemen etkili olup, uygulanırlar (Üstündağ, Saim:Medeni Yarğılama Hukuku, Cilt:I-II, 6.Bası, İstanbul 1997, sahife:73-78;Yılmaz, Zekeriya:Açıklamalı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 1.Bası, Ankara 2012, sahife:36-43;Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet:Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, 11.Bası, Ankara 2011, sahife:61-66;YİBK."nun 8.7.1942 gün ve E:13, K:19;Hukuk Genel Kurulu"nun 23.9.1964 gün ve E:7/1139, K:575;9.3.1988 gün ve E:860, K:232;23.11.1988 gün ve E:1988/1-825, K:1988/964 sayılı ilamları).
Bu genel açıklamalardan sonra, zaman bakımından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)"nun ilgili hükmüne de değinmek gerekir:
HMK"nun “Zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448.maddesi;
“(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.”
Hükmünü içermektedir.
Bu madde hükmüne göre, usul hükümleri kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır (P../A../Ö..:a.g.e., s.62).
Nitekim, Hukuk Genel Kurulu"nda yapılan görüşmede somut uyuşmazlığın çözümünde mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HUMK)"nun 91 ve devamı madde hükümleri gözetilerek sonuca varılmıştır.
O halde, uyuşmazlığın temelini teşkil eden “feragat”e ilişkin yasal düzenlemeler irdelenmelidir:
M.. HUMK’nun “Feragat ve Kabul” başlıklı Yedinci Faslında yer alan; 91.maddesinde “Feragat, iki taraftan birinin neticei talebinden vazgeçmesidir.” Şeklinde tanımlanmış; 93.maddesinde “Feragat ve kabul beyanı dilekçe ile veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.”; 95.maddesinde ise “Feragat ve kabul, kati bir hükmün hukuki neticelerini hasıl eder.” hükmüne yer verilmiştir.
Yine, aynı Kanunun 151.maddesinde:
“Zabıt katibi hakimin nezareti altında tahkikat ve muhakematın cereyanını zabıtnameye kaydeder. Zabıtname, mahkemenin ve hakimlerin isimlerini, tahkikat ve muhakematın cereyan ettiği mahalli, celsenin açıldığı gün ve saati, iki tarafın ve vekillerinin isimlerini, cereyan eden muhakeme ve muamele ile iki tarafın ne gibi evrak ibraz ettiklerini, muhakemenin aleni icra kılındığını veya aleniyetin ref"ini icap eden esbabı, ikrarı veya sulhu veya davaya kısmen veya tamamen nihayet veren feragati, hülasai iddia ve müdafaatı, şuhut ve ehlihibrenin beyanatını, münaziünfihin keşif ve muayenesi halinde rapor hülasasını ve ittihaz olunan kararla sureti tefhimini ihtiva eder. Zabıtnamade raptedildiği zikrolunan vesikalar münderecatı da zabıtname metni hükmündedir. Hakim tarafından mezuniyet verilmedikçe iki taraf veya vekilleri ifadelerini zabıtnameye imla suretiyle yazdıramazlar. R.., iki tarafın ifadeleri hülasasını alenen söyleyerek zabıtnameye yazdırır. Zabıtnamenin, şahitlerin ve ehlihibrenin ifadelerine ve iki tarafın ikrar ve sulh ve feragatine taalluk eden kısımları bunların huzurunda okunarak kendilerine imza ettirilir.”
hükmü ve hemen ardından da aynı Yasanın 152.maddesinde;
“Muhakeme celsesinin hitamında zabıtname muhakemede hazır bulunan hakimlerle zabıt katibi tarafından derhal imza olunur.”,
düzenlemesi yer almaktadır.
Yine, Aynı Kanunun 153. maddesindeki:
“Şifahi muhakemenin tarzı cereyanı ancak zabıtname ile ispat olunabilir.”
şeklindeki hükümle de zabıtnameye mahkemenin cereyan tarzını ispat gücü verilmektedir.
Açıklanan bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere;
Dava yoluyla bir hak talebinde bulunulabilmesi için, o hakkın maddi hukuk bakımından mevcut olması gerekir; hiç var olmayan veya başlangıçta var olmakla birlikte feragat nedeniyle bizzat hak sahibi tarafından ortadan kaldırılan (böylece, borçlu yönünden söndürülen) bir hak için, usul hukukunun kurum ve kuralları kullanılarak talepte bulunulması mümkün değildir.
Davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat, davanın taraflarından birinin (davacının) netice-i talebinden vazgeçmesidir. Hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi (Mülga HUMK. m.79), davacı da açmış olduğu bir davayı sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Usul hukukumuzda kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar her davadan feragat edilebilir. Ancak bazı istisnai hallerde feragat davayı sona erdirmez (Örn: Hizmet tespiti davaları).
Feragat davayı sona erdiren kesin bir usul işlemidir. Feragatten dönülmesi ve mülga HUMK.nun 83.maddesine göre, ıslah yolu ile feragatin hükümsüz kılınması olanaksız ise de, davacı feragatin hata, hile veya ikrah nedeniyle geçersiz olduğunu aynı davada ileri sürebilir (Kuru, B.:Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı, Cilt:IV, İstanbul 2001, sahife:.3646 vd.)
Bilindiği gibi, feragat yalnız mevcut davadan değil, o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmektedir. Davadan feragat neticesinde feragate konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz (P..,İ.E.:Medeni Usul Hukuku Dersleri, 6.Bası,İstanbul 1975, sahife:479).
Ne var ki, bir Usul Hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması, yasa gereğidir. Davadan feragatin, kesin hükmün sonuçlarını doğurucu nitelikte olması nedeniyle bütün bu özellikleri içermesi zorunludur.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu"nun 13.04.2005 gün ve E:2005/11-242, K:2005/249;29.04.2009 gün ve E:2009/13-76, K:2009/120;29.04.2009 gün ve E:2009/12-112, K:2009/126 sayılı ilamlarında da benimsenmiştir (Feragatin açık olmasına ve söylenen sözün özüne bakılmasına dair olan kararlar için ayrıca bknz. Hukuk Genel Kurulu"nun 7.1.1970 gün E:1969/2-681, K:1970/11;13.1.1972 gün ve E:1970/8-773, K:1972/164;1.11.1978 gün ve E:1977/575, K:1978/906 sayılı ilamları).
Yine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu"nun 22.05.1987 gün ve E:1986/4, K:1987/5 sayılı ilamının gerekçesinde ise, yasaların uygulanmasında, hakların korunması doğrultusunda hareket etme gereği karşısında, açık bir irade beyanı olmadan davadan feragat edildiği sonucunun çıkarılamayacağı kabul edilmiştir.
Öğretide de, feragatin, açık ve kesin olması gerektiği belirtilmektedir (Belgesay, Mustafa Reşit: Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Cilt:I, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No: 78-95,İstanbul 1939, s.254; Üstündağ, Saim:age., s.573; Kuru, Baki:age.,s.3593; Pekcanıtez/ Atalay/ Özekes: age., s.552-553).
Buraya kadar yapılan açıklamalardan sonra özel olarak boşanma davasından feragate ilişkin kısa bir açıklama yapılmasında da fayda bulunmaktadır:
Boşanma davaları, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği davalar arasında yer alsa da, davanın bu niteliği, ondan feragat edilmesine engel değildir. Yani boşanma davalarından feragat etmek mümkündür.
Hiç kimsenin dava açmaya zorlanamayacağı gibi, açmış olduğu bir davayı sonuna kadar takibe de zorlanamayacağı genel ilkesinin bir sonucu olarak, davacı da boşanma davasından feragat edebilir. Bu açıdan boşanma davaları da feragat edilebilecek davalar arasında yer alır.
Boşanma davasında davacı, davadan feragat etmekle, aslında maddî hukuk anlamında bir haktan değil, boşanma sebebi yaptığı iddiadan vazgeçmektedir. Hakların temel özelliklerinden biri olan “ihlâl edilebilirlik” unsuru, boşanma davası bakımından söz konusu olmamaktadır. Zira, burada maddî hukuk anlamında ihlâl edilebilir bir hak bulunmamaktadır.
Diğer dava türlerinde, davadan feragat eden davacı, aynı zamanda maddi hukuka ilişkin haktan da vazgeçmektedir. Burada ise, maddi hukuka ilişkin bir haktan vazgeçme söz konusu olmadığından, açılmış bir boşanma davasından feragat, daha sonra farklı vakıalara dayanılarak açılacak bir boşanma davasının görülmesine engel teşkil etmeyecektir.
Bu açıklamalar göstermektedir ki, davacı açmış olduğu bir boşanma davasından feragat edebilir ve bu feragat ile de dava son bulur. Hakim, feragat gereğince karar vermek zorundadır. Boşanma davasında asıl önemli olan, davadan feragatin doğuracağı sonuçlardır.
Zira, feragat kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğurur (Mülga HUMK. m.95) ve kural olarak feragat ile aynı zamanda esas haktan da vazgeçilmiş sayılır.
Ne var ki, örneğin, “pek kötü muamele” sebebine (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.162) dayanan bir boşanma davası, feragat nedeniyle sona ermişse, daha sonraki tarihli bir “pek kötü muamele” vakıasına (veyahut da başka bir vakıaya) dayanılarak, tekrar boşanma davası açılabilecektir. Çünkü, hukuki sebep aynı olmasına rağmen, dava sebebi (vakıa) aynı olmayacaktır. Buna göre, boşanma davası maddi hukuk anlamında bir hakka dayanmamaktadır. Eğer öyle olsaydı, daha önceki feragati ile aynı zamanda esas haktan da vazgeçen davacının tekrar dava açamaması gerekirdi.
Boşanma davasında, esas haktan değil, sadece boşanma sebebi olarak gösterilen vakıanın doğuracağı imkandan (bir başka deyişle boşanma iddiasından) vazgeçilmektedir. Bu nedenle vakıa farklı olduğu takdirde, daha önce boşanma davası açan ve davadan feragat eden davacı, yeniden boşanma davası açabilecektir. Ancak, aynı vakıaya dayanılarak yeni bir boşanma davası açılmasına, önceki davadaki feragat engel teşkil edecektir (A.. A.., L..:Medeni Usul Hukukunda Davadan Feragat, Yayınlanmamış Doktora T.., Ankara 2010, s.242-243).
Öte yandan, lehe verilmiş bir hükme yönelik temyiz kanun yoluna başvurulmasında şu iki hususu birbirinden ayırmak gerekir:
Birincisi, lehine verilmiş olan bir hükmün temyiz kanun yoluna başvuru suretiyle incelenmesini isteyen tarafın, bu başvuruda hiçbir hukuki yararı yoksa, temyiz istemi reddedilir.
İkincisi ise, dava açmakta olduğu gibi, temyiz kanun yoluna başvurmada da, hukuki yarar bulunmalıdır. Yani, bu kanun yoluna başvuranın, aleyhine kanun yoluna başvurduğu kararın kaldırılması veya değiştirilmesinde, korunmaya değer bir hukuki yararın bulunması gerekir. Bu şartı Kanun, temyiz yolu bakımından, “davada haklı çıkmış olan taraf da, hukuki yararı bulunmak şartıyla, hükmü temyiz edebilir”, şeklinde ifade etmektedir (Mülga HUMK. m.427/1.fıkra 2.cümle).
Buna göre davacı, kural olarak lehine bir hükmü temyiz edemez. Bunun gibi davalı da, kural olarak kendisine açılmış olan davanın reddine ilişkin hükmü temyiz edemez. Ancak bunun için hükmün, onu temyiz etmek isteyen tarafın talep sonucuna tamamen uygun bulunması gerekir.
Buna karşılık, hüküm bir tarafın talep sonucuna tamamen uymakta ve fakat gerekçesi o tarafın ileri sürdüğü gerekçeye aykırı bulunmakta ise, temyiz kanun yolu ile ancak hüküm fıkrasının kaldırılması veya değiştirilmesi istenebileceğinden, o tarafın, kural olarak hükmü temyiz etmek yetkisi yoktur.
Ne var ki, hüküm fıkrasına zorunlu bir şekilde bağlı olan ve bu nedenle kesin hüküm teşkil eden gerekçeye karşı da hüküm lehine olan taraf temyiz kanun yoluna başvurabilecektir(Kuru, Baki:age., Cilt:V, s.4485-4486).
Sonuç itibariyle, hüküm lehine olan tarafın, hüküm fıkrasına zorunlu bir şekilde bağlı olan ve bu nedenle kesin hüküm teşkil eden gerekçeyi de temyizde hukuki yararı vardır ve temyiz isteminin incelenmesi gerekir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Yerel mahkeme, tarafların boşanmalarına karar verdikten sonra, hükmün gerekçesinde boşanmaya neden olaylarda kusurun davacıda olduğunu belirtmiştir. Bu belirlemenin sonucu olarak, davacının aleyhine tazminat ve nafakaya hükmedilmiştir.
Görüldüğü üzere, boşanmaya ilişkin hüküm davacının talep sonucuna ve yararına uygun olmakla birlikte, boşanma hükmünün gerekçesinde davacının kusurlu bulunmuş olması nedeniyle, bu durumun hükmün diğer unsurları (tazminat ve nafaka) yönünden davacının aleyhine olduğu, belirgindir.
Şu durumda, mahkemenin, boşanmaya ilişkin hüküm fıkrası ile boşanma gerekçesi birbirine sıkı sıkıya bağlı olup, kesinleşmesi halinde taraflar arasında kusurun hangi tarafa ne oranda ait olduğuna ilişkin belirlemenin, hükmün diğer unsurları (tazminat ve nafaka) yönünden hakimi bağlayıcı bir nitelik alacağı (kesin hüküm ve dolayısıyla kesin delil olacağı) kuşkusuzdur.
Yukarıda belirtildiği üzere, hüküm fıkrasına zorunlu bir şekilde bağlı olan ve bu nedenle kesin hüküm teşkil eden gerekçeye karşı hüküm lehine olan taraf da temyiz kanun yoluna başvurabileceğine göre; boşanmaya ilişkin hüküm fıkrası talep sonucuna uygun ve lehine olmakla birlikte, boşanma gerekçesi (kusur yönüyle) müvekkilinin aleyhine olduğundan, davacı vekilinin bozmaya konu yapılan temyiz dilekçesi ile hükmü temyizinde hukuki yararı bulunmaktadır.
Öte yandan, davacı vekilinin bozmaya konu yapılan 28.12.2009 tarihli temyiz dilekçesi içeriğinde, yerel mahkeme kararının boşanma, tazminat ve nafaka yönleriyle eksik araştırmaya dayalı, delillerin yeterince değerlendirilmeden verilmiş hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğu belirtildikten sonra, yerel mahkemenin, davalı tarafın akıl hastası olduğu, bu hastalığın sürekli ve davacı eş için ortak hayatın çekilmez hale geldiği olgularını doğru tespit etmekle birlikte, davalı lehine sadece bir tanığın gerçek dışı beyanına dayanılarak tazminata ve nafakaya hükmedildiğini, dosyadaki diğer delillerin bunun tersini ortaya koyduğunu, dolayısıyla davacı müvekkilinin kusurundan bahsedilemeyeceğini, müvekkilinin boşanmaya sebep olay ve olgular üzerinde kusuru olmadığını, ona kusur atfetmenin hakkaniyete aykırı olduğunu, belirtilen nedenle bu durumun müvekkilinin mağduriyetine yol açtığını belirterek, temyiz isteğinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu haliyle, davacı vekilinin bozmaya konu yapılan temyiz dilekçesinin içeriğinde boşanma davasından açık, kesin ve koşulsuz feragat ettiğini gösterecek nitelikte bir irade beyanı bulunmamakta; tersine, boşanma hükmünün aleyhine olan kusura ilişkin gerekçesi ile buna bağlı olarak kurulan hüküm sonucunun bir bölümünü açık biçimde temyiz etmektedir.
Nitekim, davacı vekili, bozma ilamına karşı karar düzeltme isteminde bulunduğu dilekçesinde de, boşanma davasından feragat etmediklerini açık bir şekilde bildirmektedir.
Durum bu olunca, davacı vekilinin aleyhe olan boşanma hükmünün gerekçesini temyizinde müvekkilinin hukuki yararının bulunması ve bozmaya konu yapılan temyiz dilekçesi içeriğinde davacı vekilinin davadan açık, kesin ve koşulsuz feragatini gösterecek bir irade beyanının da olmaması karşısında Yüksek Özel Dairece, davacı vekilinin temyiz dilekçesinin davadan feragat olarak nitelendirilip, bu konuda karar verilmesi amacıyla hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmesi doğru değildir.
Açıklanan nedenlerle, Yerel mahkemenin, davacı vekilinin temyiz dilekçesinin davadan feragat olarak nitelendirilemeyeceğine ilişkin direnmesi yerindedir.
Ne var ki, Yüksek Özel Dairece bozma nedenine göre tarafların işin esasına ilişkin temyiz itirazlarını incelemediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere, dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç :Yukarıda açıklanan nedenlerle DİRENME UYGUN OLUP; bozma nedenine göre daha önce incelenmeyen tarafların işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için DOSYANIN YARGITAY 2.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 22.02.2012 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.
