
Esas No: 2019/61
Karar No: 2019/317
Karar Tarihi: 19.03.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2019/61 Esas 2019/317 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Trabzon İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 08.10.2012 tarihli ve 2011/114 E., 2012/718 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 26.12.2013 tarihli ve 2013/1732 E., 2013/30446 K. sayılı kararı ile:
“...Davacı vekili; davacının iş sözleşemsinin haksız olarak sona erdirildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık izin, fazla çalışma, ücret, ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı cevabında; iş sözleşmesinin işveren tarafından feshedildiğini haklarının, dava açması nedeniyle ödenmediğini ileri sürerek davanın redine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece bilirkişi raporundaki hesaplamalar göre alacakların kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil ile hafta tatilinde çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddialarını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Talep edilen alcaklarla ilgili ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda da ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.
Fazla çalışmanın yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir. İşyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.
Somut olayda, hükme esas alınan bilirkişi raporunda fazla mesai konusunda hesap yapılırken davacı ile birlikte menfaat birlikteliği olan tanık anlatımları dikkate alınmıştır. Dosyaya sunulan imzalı bordroların bir kısmında fazla mesai ödemelerinde bulunulduğu anlaşılmakla, yukarıda açıklanan ilklere göre bordro ve hesap ekstreleri incelendikten sonra varsa ödeme yapılan ayların dışlanarak, çıkacak sonuca göre fazla mesai alacağının belirlenmesi gerekirken eksik incelemeye verilmesi hatalı olmuştur…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiğini, davalıya ait iş yerinde hafta içi 08:00-18:00 ve cumartesi günleri 08:00-15:00 saatleri arasında olmak üzere haftalık toplam 51 saat çalıştığını ancak karşılığının ödenmediğini ileri sürerek, fazla çalışma ile bir kısım işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı şirket, davacının kıdem tazminatı, izin ücreti ve 15 günlük ücretinin hesaplandığını ancak imzadan imtina ederek dava açacağını söylemesi üzerine ödeme yapılmadığını, fazla çalışmalarının karşılığının ödendiğini, alacağının bulunmadığını savunmuştur.
Mahkemece, bilirkişi raporuna itibarla davacının haftada 6,5 saat fazla çalışmasının olduğu belirtilerek fazla çalışma alacağı ile diğer işçilik alacaklarının kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, bozma kararında davacı ile birlikte menfaat birlikteliği olan tanıkların anlatımlarının dikkate alındığı bildirilmiş ise de, menfaat birliği bulunduğuna dair itirazın bulunmadığı, hükme esas alınan bilirkişi raporunda fazla çalışma tahakkuku yapılan ve davacının ihtirazı kayıt olmadan imzaladığı bordroların ait olduğu dönemlere ilişkin hesaplama yapılmadığı, bir başka deyişle bu dönemler için fazla çalışma ücreti alacağının hüküm altına alınmadığı belirtilerek ve önceki gerekçeler de eklenmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davacının fazla çalışma alacağının hesaplanmasında dinlenen tanıkların davacı ile menfaat birliği bulunup bulunmadığı, bu hususta tanık beyanlarının dikkate alınıp alınamayacağı ile fazla çalışma tahakkuku bulunan bordroların anılan alacağın hesabında dikkate alınıp alınmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle taleple bağlılık ilkesine ilişkin açıklama yapmakta yarar bulunmaktadır.
Medeni yargılama hukukunun temel amacı tarafların maddi hukuktan kaynaklanan sübjektif haklarını korumaktır. Konusunu da bu sübjektif hakların tanınması, bunların ihlali veya ihlal tehlikesi durumunda korunması oluşturur. Dolayısıyla hakkı ihlal edilen kişilerin başvurusuyla kişi ile devlet arasında bir yargılama ilişkisi kurulmuş olur. Kişinin talebine göre bu ilişki dava ilişkisi, çekişmesiz yargı ilişkisi ya da geçici hukuki koruma ilişkisi niteliğinde olabilir. Medeni yargılama hukuku temelde bu ilişkiler üzerine kurulurken birtakım ilkeler de ortaya çıkmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 24 ilâ 33’üncü maddeleri arasında yargılamaya hâkim olan ilkeler düzenlemiştir. Bu ilkelerden bir kısmına 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nda da (HUMK) yer verilmiştir.
Medeni hukuk yargılamasına hâkim olan ilkelerden biri de taleple bağlılık ilkesidir. Bu ilke HMK’nın 26’ncı maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Buna göre, hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. Kanunlarda gösterilen sınırlı sayıdaki istisnalar bir kenara bırakılacak olursa talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremez. Fakat hâkimin duruma göre talep sonucundan daha azına karar vermesinin önünde engel yoktur.
Taleple bağlılık ilkesi özü itibariyle hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olduğunu ifade eder. Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ilk anlam, tarafın talep etmediği husus hakkında mahkemenin karar veremeyeceğidir. Buna göre tarafın neyi talep edip etmediği ve hâkimin ne hakkında karar verip veremeyeceği dava dilekçesine bakılarak tespit edilir. Bu tespitin konusunu, istenilen hukuki sonuç oluşturur. Bu itibarla hâkimin karar verme sınırı dava dilekçesi ile belirlenmiş olur.
Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ikinci anlam, tarafın talebinden fazlasına mahkemece karar verilememesidir (HMK. m.26). Taleple bağlılık ilkesine yüklenen bu anlam aynı zamanda 24’üncü maddede ifade edilen “tasarruf ilkesi” ve 25’inci maddesinde yer alan “taraflarca getirilme ilkesi” ile de bağlantılıdır.
Nihayet taleple bağlılık ilkesinin bir diğer anlamı ise hâkimin talep edilenin dışında, farklı bir şeye karar verememesidir. Talep edilenden farklı bir şeye karar verememe, dilekçenin talep sonucu kısmı ile verilen hükmün sonuç kısmının karşılaştırılması suretiyle tespit edilir.
Diğer bir değinilmesi gereken konu da, fazla çalışma alacağının ispatı ve hesaplama yöntemidir.
Gerek mülga 1475 sayılı İş Kanunu, gerekse hâlen yürürlükte bulunan 4857 sayılı İş Kanunu’nda fazla çalışmanın ispatı ile ilgili olarak özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle fazla çalışmanın ispatı genel hükümlere tabidir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6"ncı maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”.
Dolayısıyla fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi kural olarak, bu iddiasını ispat etmek zorundadır.
Fiili bir olgu söz konusu olduğundan kural olarak işçi, fazla çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir.
İşçinin imzasını taşıyan bordro, sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda iş yeri kayıtları, özellikle iş yerine giriş çıkışı gösteren belgeler, iş yeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli ve 2013/22-2392 E.-2015/1518 K.; 09.12.2015 tarihli ve 2015/22-1474 E.-2015/2854 K.; 29.06.2016 tarihli ve 2015/22-1444 E.-2016/869 K.; 06.12.2017 tarihli ve 2015/22-1315 E.-2017/1542 K.; 14.02.2018 tarihli ve 2015/22-1597 E.-2018/227 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir
Davacı işçi tarafından tanık deliline dayanılması hâlinde; gerek mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 254’üncü maddesi, gerekse 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 255’inci maddesi uyarınca, aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarının asıl olduğu ilkesi gözetilerek değerlendirme yapılmalıdır.
Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz ise de, işveren aleyhine dava açan kişiler davacı tanığı olarak dinlenmiş ise bu işçilerin tanıklıklarına kural olarak itibar edilmemesi; birbirlerine tanıklık eden kişilerin beyanlarına ihtiyatla yaklaşılması ile bu tanıkların beyanlarının diğer yan delillerle birlikte değerlendirilerek, sonuca gidilmesi gerekir.
Hukuk Genel Kurulunun 08.06.2016 tarihli ve 2015/22-1595 E., 2016/783 K.; 13.04.2011 tarihli ve 2010/2-751 E. 2011/96 K.; 12.09.2012 tarihli ve 2012/2 E. 2012/551 K. ile 25.02.2015 tarihli ve 2013/9-1447 E., 2015/854 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Diğer taraftan, 4857 sayılı İş Kanunu"nun 63"üncü maddesine göre;
"Genel bakımdan çalışma süresi haftada en çok kırkbeş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, iş yerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır (Ek cümle: 10/9/2014-6552/7 md.; Değişik cümle: 4/4/2015-6645/36 md.). Yer altı maden işlerinde çalışan işçilerin çalışma süresi; günde en çok yedi buçuk, haftada en çok otuz yedi buçuk saattir.
Tarafların anlaşması ile haftalık normal çalışma süresi, iş yerlerinde haftanın çalışılan günlerine, günde onbir saati aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabilir. Bu hâlde, iki aylık süre içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık çalışma süresini aşamaz. Denkleştirme süresi toplu iş sözleşmeleri ile dört aya kadar artırılabilir (Ek cümle: 6/5/2016-6715/3 md.). Turizm sektöründe dört aylık süre içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık çalışma süresini aşamaz; denkleştirme süresi toplu iş sözleşmeleri ile altı aya kadar artırılabilir.
Çalışma sürelerinin yukarıdaki esaslar çerçevesinde uygulama şekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanacak bir yönetmelikle düzenlenir.".
Görüldüğü üzere, 4857 sayılı İş Kanunu"nun 63 ve devamı maddelerinde çalışma süresi düzenlenmiş olmakla birlikte "çalışma süresi"nin tanımı yapılmamıştır. Ancak 63"üncü maddenin son fıkrası uyarınca 06.04.2004 tarih ve 25425 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren İş Kanununa İlişkin Çalışma Süreleri Yönetmeliğinin 3"üncü maddesinde, "Çalışma süresi, işçinin çalıştırıldığı işte geçirdiği süredir. İş Kanununun 66 ncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı süreler de çalışma süresinden sayılır. Aynı Kanunun 68 inci maddesi uyarınca verilen ara dinlenmeleri ise, çalışma süresinden sayılmaz." şeklindeki düzenlemesi ile çalışma süresinden ne anlaşılması gerektiği hüküm altına alınmıştır.
O hâlde işçinin çalıştırıldığı işte geçirdiği "fiili çalışma süresi" ile Kanunun 66"ncı maddesi uyarınca çalıştırıldığı işte fiilen geçmemiş olsa bile çalışılmış gibi sayılan haller de "farazi çalışma süresi" olarak çalışma süresine dâhil edilmelidir.
Yine Kanunun 63"üncü maddesi haftalık çalışma süresinin 45 saat olduğunu hükme bağlamıştır.
Fazla çalışma ise 4857 sayılı İş Kanunu"nun 41 ila 43"üncü maddelerinde düzenlenmiştir. Kanun"un 41"inci maddesine göre, "Ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir. Fazla çalışma, Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalardır. 63 üncü madde hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hâllerde, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile, bazı haftalarda toplam kırkbeş saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.".
Bu durumda denkleştirmenin uygulandığı hâller hariç, haftalık 45 saati aşan çalışmaların fazla çalışma sayılarak, normal saat ücretinin %50 yükseltilmesi sureti ile belirlenecek saat ücreti esas alınıp hesaplanarak işçiye ödenmesi gerekir.
Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde, dava dilekçesinde, davacı işçinin davalıya ait iş yerinde hafta içi 08:00-18:00 ve cumartesi günleri 08:00-15:00 saatleri arasında olmak üzere haftada toplam 51 saat çalıştığını ancak karşılığının ödenmediğini iddia ederek fazla çalışma alacağı talebinde bulunulduğu, 19.03.2012 havale tarihli bilirkişi raporunda ise tanık beyanları dikkate alınarak, davacının haftada 51,5 saat çalıştığı ve 6,5 saat fazla çalışma yaptığı kabulüne göre hesaplama yapıldığı ve mahkemece bu rapora itibarla hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, dava dilekçesinde davacının haftada 51 saat çalıştığı belirtilmesine rağmen, mahkemece davacının haftada 51,5 saat çalıştığı ve 6,5 saat fazla çalışma yaptığının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nın 26’ncı maddesine aykırı şekilde talep aşılarak karar verilmesi hatalıdır.
Yukarıda ayrıntılı olarak izah edildiği üzere, fazla çalışma alacağının yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda davacının, tanık beyanlarına dayanması mümkün olmakla birlikte, eldeki davada tanık olan dinlenen davacı tanıklarının davalı aleyhine davası olan kişiler olduğuna dair bir iddia veya itiraz olmadığı gibi, buna ilişkin dosyaya yansıyan bir beyan ya da belge de bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bozma kararında belirtildiğinin aksine, fazla çalışma alacağının hesabında davacı tanıklarının beyanlarına itibar edilebilecektir.
Öte yandan, fazla çalışma, 4857 sayılı İş Kanunu’nda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırk beş saati aşan çalışmalar olduğundan, fazla çalışma alacağına ilişkin hesabının haftalık bazda yapılması gerekirken, gün esasına göre hesap yapılması hatalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, dosya içerisinde davacının imzasının bulunduğu ve fazla çalışma tahakkuku olan aylara ait bordrolara ilişkin olarak, hükme esas alınan bilirkişi raporunda, fazla çalışma tahakkuku bulunan davacının imzasının bulunduğu bordroların ait olduğu dönemlere ait fazla çalışma hesabı yapılmadığı belirtilmiş ise de, hangi ayların dışlandığı hususu açıklanmamıştır. Bu itibarla, hükme esas alınan bilirkişi raporu denetime elverişli bulunmamaktadır.
Şu hâlde, belirtilen hususlar dikkate alınmaksızın sonuca gidilmesi isabetsiz olup, direnme kararı yukarıda yazılı bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
S O N U Ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 19.03.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.
