Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2018/335
Karar No: 2019/124
Karar Tarihi: 12.02.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/335 Esas 2019/124 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2018/335 E.  ,  2019/124 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 19. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 04.10.2013 tarihli ve 2011/747 E., 2013/894 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 26.05.2014 tarihli ve 2014/13071 E., 2014/14370 K. sayılı kararı ile;
    “…Davacı İsteminin Özeti:
    Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin haksız şekilde işverence feshedildiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, ücret, genel tatil, hafta tatili ve fazla mesai ücreti alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı Cevabının Özeti:
    Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
    Mahkeme Kararının Özeti:
    Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Temyiz:
    Kararı davalı temyiz etmiştir.
    Gerekçe:
    1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
    2-Dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu"na göre, kıdem ve ihbar tazminatına ilişkin davalar iş sözleşmesinin feshinden itibaren on yıllık, yıllık izin alacağı iş sözleşmesinin feshinden itibaren beş yıllık, fazla mesai, hafta tatili ve ulusal bayram ve genel tatil alacakları hakkın doğumundan itibaren beş yıllık zamanaşımı tabidir.
    Somut olayda, davacı vekilinin ıslah talebine karşı, davalı vekili süresinde zamanaşımı defini ileri sürmüş, ancak mahkemece bu husus nazara alınmamıştır. Davalının, ıslaha karşı vaki zamanaşımı defi dikkate alınarak belirlenecek alacakların hüküm altına alınması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
    3-Kabule göre de, davacı vekili, dava dilekçesi ile 10,00 USD kıdem tazminatı talep etmiş, ıslah dilekçesi ile talebini 1.172,78 USD olarak artırmıştır. Mahkemece, taleple bağlılık kuralı nazara alınmaksızın, belirtilen alacağın 1.187,72 USD olarak hüküm altına alınması hatalıdır.
    4-Banka kayıtlarının tetkiki neticesinde, bilirkişi raporu ile, davacıya, tespit edilen ücrete göre ödenmesi gereken tutarlara nazaran toplamda 207,65 USD fazla ödeme yapıldığı ancak mahkemece, bu hususun nazara alınmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece, davacının ücretine nazaran fazla yatırılan tutarların mahiyetinin duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi, gerekirse bu hususta davacının isticvap edilmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...”
    gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
    Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından işin bitimi nedeniyle feshedildiğini, fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının da ödenmediğini ileri sürerek işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı vekili, zamanaşımı definde bulunduklarını, davacının ücret konusundaki iddiasını kabul etmediklerini, banka hesabına yapılan ödemelerin aylık ücretinden fazla olduğunu, bu ödemelerin fazla çalışmalarının karşılığı olduğunu ve davacının ödemeler konusunda itirazda bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece, fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının ispatlandığı, davalı savunmasından ve bordrolardan davacıya fazla çalışma ücreti ödendiği görülmüş ise de, ödenen bu fazla çalışmanın saat 18.00’den sonraki çalışmaya ilişkin olduğu, bilirkişi tarafından hesaplanan ve kabulüne karar verilen miktarın davacının haftanın altı günü 07.00-18.00 saatleri arasındaki çalışmalarına ait olduğu, puantaja bağlanıp ücreti ödenen fazla çalışmaların ise bu saatler dışındaki fazla çalışmalara karşılık olduğu ve ödenen bu fazla çalışma ücretlerinin nazara alınmadığı, fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil alacaklarında hesaplama tekniği yönünden dosya içeriğine ve Yargıtay’ın aynı davalı nezdinde, aynı şekilde gerçekleşen çalışmalarına dair onama ve bozma kararlarına da uygun olan 20.12.2012 günlü bilirkişi raporuna itibar edildiği, ancak davacının davasını ıslah etmesinden sonra, süresinde yapılan zamanaşımı defini nazara alan 17.09.2013 tarihli ek bilirkişi raporuna göre hüküm kurulduğu belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Mahkemece, seri hâlde incelemesi yapılan eldeki dosyalarda bilirkişi tarafından hesaplanan fazla çalışma, hafta ve genel tatil alacaklarına ıslaha karşı zamanaşımı definde bulunulması üzerine; dava dilekçesi ile talep edilen miktar indirildikten sonra kalan miktar üzerinden hakkaniyet indirimi yapılarak belirlenen miktarların hüküm altına alındığı, Yargıtay 22. Hukuk Dairesince; fazla çalışma ve hafta tatili alacakları yönünden tespit edilen miktarlar üzerinden hakkaniyet indirimi yapıldıktan sonra dava dilekçesindeki taleple bağlı kalınarak alacakların hüküm altına alınması gerekirken, dava dilekçesindeki talep üzerinden hakkaniyet indirimi yapılması ve bu suretle hüküm kurulması isabetsiz olduğundan bozulmasına karar verildiği, aynı nitelikteki genel tatil alacağı da aynı şekilde hüküm altına alınmasına rağmen bu alacak yönünden bir bozma mevcut olmadığı, zamanaşımını değerlendiren bilirkişi raporunda; zamanaşımına uğrayan tarihe yani ıslah tarihinden beş yıl öncesine kadar olan fazla çalışma, hafta tatili veya genel tatil alacakları, dava dilekçesinde talep edilen miktarların dışında hesaplama dışı bırakıldığı, bu süreye ait olarak hesaplanan miktarlar dava dilekçesinde talep edilen miktarlardan daha fazla olsa dahi; bu dönem dava dilekçesinde talep edilen miktarlar dışında tümüyle zamanaşımına uğradığından, kurulacak hüküm ancak dava dilekçesinde talep edilen miktarla sınırlı olacağı, böyle olunca belirtildiği şekilde hesaplama yapılması zamanaşımına uğrayan dönem için de hakkaniyet indirimi yapılması anlamına gelmediği, öte yandan hakkaniyet indirimi uygulanan tüm bu alacaklarda zamanaşımı hesabının, Yargıtay uygulamasının bu şekilde olması nedeniyle yıllardır aynı tarzda hesaplandığı, nitekim dosya içinde de bir örneği bulunan, aynı davalı ve aynı alacaklara ait yine 19. İş Mahkemesine ait ıslah sonrası zamanaşımı itirazı üzerine düzenlenen 11.10.2012 günlü bilirkişi raporunda da zamanaşımının aynı şekilde hesaplandığı ve bu rapora uygun olarak verilen kararın 07.02.2014 tarihinde onandığı, yapılan fazla ödemelerin niteliğinin ödeme belgelerinde yazılı olmadığının uyuşmazlık dışı olduğu, davalı işverenin her türlü fazla çalışma ücretinin ödendiğini savunduğu, davacı vekilinin de dosyadaki birçok dilekçesinde aynı davalının aynı nitelikteki davalarda diğer Ankara İş Mahkemelerine verdiği kayıt ve beyanları da ekleyerek, yapılan fazla ödemelerin fazla çalışmaya ait olduğunu ancak eksik olduğu gibi saat 18.00’den sonra yaptırılan fazla çalışmalara ait olduğunu ifade ettiği, davanın 2011 yılında açıldığı, yapılan fazla ödemelerin niteliği konusunda tarafların iradelerinin yukarıda anlatıldığı şekilde uyuşması karşısında, 6100 sayılı HMK"nın 146’ncı maddesine göre bu durum hüküm kurmaya yeterli olarak değerlendirildiği, yine HMK"nın 146’ncı maddesine göre delil ibrazı için yasal süre de geçtiğinden, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununa göre şifahi yargılama usulüne tâbi iş davasında artık başkaca bir araştırma ve inceleme yapılması, esası ve sonucu değiştirmeyeceğinden gerek bulunmadığının değerlendirildiği, Ankara 8. İş Mahkemesinin 2011/154 Esas sayılı dosyası içinde bulunan 9. Hukuk Dairesinin 21.12.2010 tarihli fazla ödemelerin fazla çalışma alacağından düşülmesi gerektiğine dair bozma kararı nedeniyle, her dosyada aylık ücretin üstünde yapılan fazla ödemelerin bilirkişiye tek tek tespit ettirildiği, denetime elverişli bu bilirkişi raporu ve ekindeki tablolara itibar edilerek anılan fazla ödemelerin sırasıyla fazla mesai, artarsa hafta tatili, artarsa genel tatil alacaklarından düşüldüğü ve kalan miktarların kabulüne karar verildiği, aynı şekilde fazla ödemeleri, fazla çalışma alacağından indirerek karar veren Ankara 8. İş Mahkemesi kararının 20.12.2012 tarihinde onandığı, yapılan fazla ödemelerin de davalı tarafından her türlü fazla çalışmalara ait olduğu belirtildiğinden, sırasıyla fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil alacaklarından mahsup edilerek, kalanının kabulüne karar verildiği, böyle olunca da tam da bozma kararında belirtildiği gibi, fazla ödemelerin niteliği tereddüde yer vermeyecek şekilde belirlendikten sonra ait olduğu alacak da nazara alınarak bozma nedeni yapılan hususun yerine getirildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararını taraf vekilleri temyiz etmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda, banka kayıtlarına göre, bilirkişi tarafından davacının ücretinden fazla yatırıldığı tespit edilen tutarların mahiyetinin belirlenmesinin ve ihtiyaç duyulduğu takdirde bu hususta davacının isticvap edilmesinin gerekip gerekmediği ile mahkemece fazla çalışma ve hafta tatili alacakları yönünden davalı tarafından ileri sürülen ıslaha karşı zamanaşımı definin dikkate alınıp alınmadığı noktalarında toplanmaktadır.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, direnme kararının gerekçesinde “yapılan fazla ödemelerinde davalı tarafından her türlü fazla çalışmalara ait olduğu belirtildiğinden, sırasıyla fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil alacaklarından mahsup edilerek, kalanının kabulüne…” karar verildiği belirtilmesine rağmen, ödemelerin mahsup edilmediği ve ıslaha karşı zamanaşımı definin dikkate alınmadığı bilirkişi raporuna göre alacakların hüküm altına alındığı, şu hâlde direnme gerekçesi ile hükmün çelişip çelişmediği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
    Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 297’nci maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Bu kapsamda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297’nci maddesinde:
    “(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
    a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
    b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini
    c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri
    ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini
    d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını
    e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi
    (2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” şeklinde düzenleme mevcuttur.
    Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.
    Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi görür. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (resen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
    Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, B./ Arslan, R./ Yılmaz, E.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
    Anayasa’nın 141’inci maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
    Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
    Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
    Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 2011/436 K. ile 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.
    Nitekim 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
    Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141’inci maddesinin üçüncü fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
    Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
    Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, yerel mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün olan son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
    Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.
    6217 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun, bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2’nci maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434 ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür.
    Bu açık hüküm karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
    Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
    Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
    Direnme kararları yapıları gereği Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararı).
    Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
    Ayrıca Yargıtay"ca bozulan yerel mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukuki geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 2011/436 K. ile 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
    Tarafların tüm delilleri toplanıp tetkik edildikten son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hâkimin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 298’inci maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2’nci maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.
    Bu aşamadan sonra yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararı kısa karar doğrultusunda ve yasal gerekçeleriyle birlikte mahkemenin yazmasından ibarettir. Artık bu karardan dönme (rücu) olanaklı olmadığı gibi, kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasına uygun biçimde yer alması gerekir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10.4.1992 tarihli ve 1991/7 E., 1992/4 K. sayılı kararı).
    Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, Özel Dairece banka kayıtlarının tetkiki neticesinde, bilirkişi raporu ile davacıya, tespit edilen ücrete göre ödenmesi gereken tutarlara nazaran fazla ödeme yapıldığı ancak mahkemece bu hususun nazara alınmadığı belirtilerek, fazla yatırılan tutarların mahiyetinin duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi, gerekirse bu hususta davacının isticvap edilmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
    Mahkemece fazla ödeme olduğu belirtilen miktarların mahsup edilmediği ve ıslaha karşı zamanaşımı definin dikkate alınmadığı bilirkişi raporu doğrultusunda hüküm kurulmuş ise de, kararın gerekçesinde, “…Seri halde incelemesi yapılan eldeki dosyalarda bilirkişi tarafından hesaplanan fazla çalışma, hafta ve genel tatil alacaklarına ıslaha karşı zamanaşımı itirazı gelmesi üzerine; dava dilekçesi ile talep edilen miktar indirildikten sonra kalan miktar üzerinden hakkaniyet indirimi yapılarak belirlenmiş ve bu şekilde belirlenen miktarlar hüküm altına alınmıştır.” ve “…Sonuç olarak aylık ücret üstünde yapılan fazla ödemelerin niteliği konusunda tarafların iradeleri uyuştuğundan, bu konuda ayrıca bir araştırma ve inceleme yapılmasına esası ve sonucu değiştirmeyeceğinden, davayı daha da fazla uzatmamak adına gerek görülmemiş, yapılan fazla ödemelerinde davalı tarafından her türlü fazla çalışmalara ait olduğu belirtildiğinden, sırasıyla fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil alacaklarından mahsup edilerek, kalanının kabulüne karar verilmiş, böyle olunca tam da bozma ilamında belirtildiği gibi, fazla ödemelerin niteliği tereddüde yer vermeyecek şekilde belirlendikten sonra ait olduğu alacakta nazara alınmakla bozma nedeni yapılan husus yerine getirilmiş olmaktadır.” ifadelerine yer verilmesi suretiyle direnme kararına uygun gerekçe oluşturulmadığı anlaşılmıştır.
    Diğer taraftan, Özel Dairece verilen bozma kararında yukarıda ayrıntısı belirtildiği üzere iki gerekçe yer almasına karşın, direnme kararının gerekçesinde “Yüksek Yargıtay 22. Hukuk Dairesince; fazla çalışma ve hafta tatili alacakları yönünden tespit edilen miktarlar üzerinden hakkaniyet indirimi yapıldıktan sonra dava dilekçesindeki taleple bağlı kalınarak alacakların hüküm altına alınması gerekirken, dava dilekçesindeki talep üzerinden hakkaniyet indirimi yapılması ve bu suretle hüküm kurulması isabetsiz olduğundan bozulmasına karar verilmiştir” ifadelerine yer verildikten sonra bu bozma nedenine de direnildiğinin belirtilmesi ve buna dair gerekçe yazılması da doğru değildir.
    Şu hâlde, direnme kararının gerekçesi ile hüküm arasında çelişki bulunduğu gibi, oluşturulan gerekçeli karar yukarıda belirtilen ilkelere aykırıdır.
    Açıklanan nedenlerle mahkemece yapılacak iş direnme kararının gereğinin yerine getirilmesi suretiyle hüküm kurulması ve kurulan hükme uygun gerekçeli karar oluşturmak olup, bu hususlar gözetilmeksizin oluşturulan direnme kararı usul yönünden bozulmalıdır.
    S O N U Ç: Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 12.02.2019 tarihinde oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi.



    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi