
Esas No: 2015/1774
Karar No: 2018/794
Karar Tarihi: 18.04.2018
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/1774 Esas 2018/794 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacağı" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 9. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 05.10.2012 gün ve 2011/115 E., 2012/554 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekilince istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 02.12.2013 gün ve 2012/29564 E., 2013/27665 K. sayılı kararı ile;
“...Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, çalıştığı süre boyunca ücretlerinin ödenmediğini ve iş sözleşmesinin haksız şekilde işverence feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile ücret ve prim alacakları istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davacının iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini, ancak aile bütünlüğünün korunması için 4857 Sayılı İş Kanunun 17. maddesi gereğince fesih yapıldığını, çalıştığı sürede ücretinin ödendiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davalı temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1.Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2.Davacının hizmet süresi hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Somut olayda; davacı davalı işveren işyerinde ağustos 2007"den 2010 yılı başlarına kadar çalıştığını iddia ederken, davalı davacının 06.02.2010-30.03.2010 tarihleri arasında çalıştığını, davacıya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçtikten sonra çalışma izni verildiğini, 06.02.2010 tarihinden önce çalışmasının bulunmadığını savunmuştur. Davacı tanığı davacıyı kısmen doğrulamış, davalı tanıkları da davacının önceki dönemde ara sıra gelip çalıştığını bildirmişlerdir. Dosyadaki bilgi ve belgelerden davacının aslen Filistin vatandaşı olup 15.12.2009 tarihinde T.C. vatandaşlığına geçtiği, önceki adının Zakarıa Aburass olduğu, 2008 ve 2009 yıllarına ait çeşitli işveren kayıtlarında bu ismin geçtiği, davacı ile davalı arasında 13.08.2008 tarihinde iş sözleşmesi imzalandığı, bu sözleşmeye istinaden işverence Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından davacı için çalışma izni istendiği anlaşılmaktadır.
Yapılacak iş, öncelikle uyuşmazlık konusu dönemi kapsayacak şekilde dönem bordrolarını getirtmek ve bordro tanıklarını resen tespit edip dinlemek, gerek görüldüğü takdirde Kurumdan sorulmak suretiyle veya ayrıntılı zabıta araştırması ile tespit edilecek komşu işyerlerinin işverenleri veya bu işverenlerin resmi kayıtlarına geçmiş çalışanlarının beyanlarına başvurmak, komşu işyeri tanıklarının çalışma süresini tereddütsüz belirlemek amacıyla gerek görüldüğü takdirde hizmet döküm cetvellerini getirtmek, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca davacıya çalışma izninin ne zaman verildiğini belirlemek, davacının davalı işveren işyerinde çalıştığı birimlerdeki belgelerde adının bulunup bulunmadığını gerekirse işyerinde keşif de yapmak suretiyle denetlemek, davacıya yapılan ücret ödemeleriyle ilgili belgelerini istemek ve hizmet süresinin nitelikçe kamu düzenini ilgilendirdiği nazara alınıp araştırma genişletilerek tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın eksik araştırma ve inceleme sonucunda yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
3.Taraflar arasında işçiye ödenen aylık ücretin miktarı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
4857 sayılı İş Kanun"unda 32. maddenin ilk fıkrasında, genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
İş sözleşmesinde ücretin kararlaştırılmadığı hallerde ücretin miktarı, işçinin kişisel özellikleri, işyerindeki ya da meslekteki kıdemi, meslek unvanı, yapılan işin niteliği, iş sözleşmesinin türü, işyerinin özellikleri, emsal işçiler o işyerinde ya da başka işyerlerinde ödenen ücretler, örf ve adetler göz önünde tutularak belirlenir.
İşçinin kıdemi, meslek unvanı, fiilen yaptığı iş, işyerinin özellikleri ve emsal işçilere ödenen ücretler gibi hususlar dikkate alındığında imzalı bordrolarda yer alan ücretin gerçeği yansıtmadığı şüphesi ortaya çıktığında, bu konuda tanık beyanları gözetilmeli ve işçinin meslekte geçirdiği süre, işyerinde çalıştığı tarihler, meslek unvanı ve fiilen yaptığı iş bildirilerek sendikalarla, ilgili işçi ve işveren kuruluşlarından emsal ücretin ne olabileceği araştırılmalı, ayrıca davacının çalıştığı işyerinin faaliyet gösterdiği alanda uzman bir bilirkişiden de görüş alınarak davacının fesih tarihindeki gerçek ücreti saptanmalı ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir sonuca gidilmelidir.
Somut olayda, davacının davalı işyerinde hangi sıfatla çalıştığı belirlendikten sonra, mesleki kıdemi, tecrübesi ve bildiği diller de dikkate alınarak feshin kesinleştiği tarih itibariyle ücretin tespiti emsal ücret araştırması yapılarak belirlenerek sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile hüküm kurulması hatalı olmuştur.
4.İşçi ücretlerinin ödenmesi konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
4857 sayılı İş Kanununun 37. maddesine göre, işçiye ücretinin elden ya da banka kanalıyla ödenmesi durumunda, ücret hesabını gösteren imzalı ve işyerinin özel işaretini taşıyan “ücret hesap pusulası” verilmesi zorunludur.
Uygulamada çoğunlukla “ücret bordrosu” adı altında belgeler düzenlenmekte ve periyodik ödemelerde işçinin imzası alınmaktadır. Banka aracılığı ile yapılan ödemelerde banka kayıtları da ödemeyi gösteren belge niteliğindedir.
Ücretin ödendiğinin ispatı işverene aittir. Bu konuda işçinin imzasını taşıyan bir ödeme belgesi yeterli ise de, para borcu olan ücretin ödendiğinin tanıkla ispatı mümkün değildir.
Uzun süre ücretlerinin ödenmediği iddiası karşısında, işverence cevap dilekçesinde dayanılmak kaydıyla yemin teklifi hakkının olduğu hatırlatılmalı ve gerekirse bu yönde usulü işlemler tamamlandıktan sonra sonuca gidilmelidir.
Somut olayda; davacının hizmet süresi tespit edildikten sonra, davacının ücret alacağı uzun bir süre için hesaplanmış olup, davalı delil listesinde yemin deliline dayandığına göre, mahkemece davacıya yemin teklifinde bulunulmalı ve oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Eksik inceleme ile karar verilmesi hatalıdır...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin davalıya ait iş yerinde 2007 yılı Ağustos ayında işe başlayıp 2010 yılının başlarında işten ayrıldığını, iki yıl süreyle davalı işveren tarafından sigortasız çalıştırıldığını, Filistin ülkesi vatandaşı olan müvekkilinin birden fazla yabancı dil bilip davalının dış ticaret işlerinin neredeyse tümüyle ilgilendiğini, çalıştığı süre boyunca 5.000,00-TL ücretin yanı sıra satılan her ürün başına % 2 prim aldığını, dış ilişkiler pazarlama müdürü unvanı ile yaklaşık üç yıl çalışması bulunan davacıya ücret alacağı ve diğer haklarının ödenmediğini belirterek bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, davacının müvekkili iş yerinde 06.02.2010-30.03.2010 tarihleri arasında pazarlama bölümü personeli olarak çalıştığını, 2009 yılı Ekim ayında müvekkil firmanın ihtiyaç duyması hâlinde bazı işlerinde yardımcı olma teklifinde bulunduğunu bunun üzerine kendisinden belli işler için dışarıdan yardım alınmaya başlandığını ve bu dönemde sadece haftanın bazı günlerinde birkaç saat için iş yerine uğradığını ve sürekli bir çalışmasının bulunmadığını, yaptığı işle ilgili olarak ücretlerinin ödendiğini, son aylık ücretinin net 1.054,00-TL olduğunu, herhangi bir satış primi ödemesinin söz konusu olmadığını, davacının gerek çalıştığı iki aylık dönem ve gerekse dışarıdan destek mahiyetinde yaptığı çalışmalar nedeniyle tüm haklarının ödendiğini, daha önce sürekli çalışması bulunmayan davacının T.C. vatandaşı olması üzerine iş yerinde 06.02.2010 tarihinde resmî şekilde çalışmaya başladığını, müvekkili işveren uhdesinde herhangi bir hak ve alacağının bulunmadığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davacı tarafından dosyaya ibraz edilen ve davalı tarafından itiraz edilmeyen 13.06.2008 tarihli sözleşme içeriğine göre davacı ile şirket arasındaki iş sözleşmesinin bu tarihte imzalandığı, yine davalı şirket tarafından aynı tarihte davacı ile anlaşma sağlandığının Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bildirildiği, bu tarihten önceki çalışma olgusu ise davacı tarafından ispatlanamadığından iş yerinde 13.06.2008 tarihinde çalışmaya başladığının kabul edildiği, yapılan emsal ücret araştırmasında davacı konumundaki bir çalışanın alabileceği ücret miktarının 3.500,00-TL net olabileceği bildirildiği gibi davalı şirket tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na hitaben yazılan yazıda davacının Arapça ve İngilizce bildiği, Orta Doğu ile Kuzey Afrika ülkelerinde ilişkilere sahip olmasından faydalanılmak suretiyle ayrıca fuar, organizasyon, ithalat, ihracat konusuna hakim olmasından dolayı kendisiyle anlaşma sağlandığının belirtildiği, tüm bu nedenlerle davacının yaptığı işin niteliği ve davalı tarafından belirtilen vasıflar da dikkate alınarak kuruma bildirilen ücret miktarının gerçeği yansıtmadığı, yine 5.000,00-TL ücret aldığını iddia eden davacı tarafından bilirkişi raporunda esas alınan ücret miktarına itirazda bulunulmaması sebebiyle ücret ile ilgili olarak emsal ücret miktarının esas alındığı, davacının davalı şirkette çalışmakta iken iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep olmaksızın feshedildiği, ispat külfeti üzerinde olan davalı işveren tarafından davacı ücretlerinin eksiksiz ödendiğine ilişkin yazılı bir belge ibraz edilemediği, iş yerinde ücret yanında primle çalıştığının davacı tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece iş bu davanın nevi itibariyle taraflarca getirilme ilkesine tabi olduğu, hâkimin kendiliğinden delil toplayamayacağı, işçilik alacaklarında hizmet süresi yönünden varılacak sonucun resen araştırma ilkesine tabi Sosyal Güvenlik Kurumunun da taraf olduğu hizmet tespit davalarında kesin hüküm teşkil etmeyip sadece delil olarak göz önünde bulundurulduğu, bozma kararında bordro tanıklarının dinlenmesi gerektiği belirtilmiş ise de, bu davada tanık olarak gösterilmeyen kişilerin dinlenmesinin mümkün olmadığı, davacı tarafından dosyaya ibraz edilen belgeler ve tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde ve 13.06.2008 tarihli iş anlaşması, bu anlaşma çerçevesinde davalı tarafından Çalışma Bakanlığına yazılan yazı, davacı tanığının 2009 yılı Nisan ve Mayıs aylarında işe başladığında davacının da işyerinde çalıştığını beyan etmesi ve davalı tanıklarının da davacının resmî olarak kayıtlara intikal eden süreden önce zaman zaman iş yerine gelip gittiğini beyan etmeleri, diğer taraftan davalının cevap dilekçesinde 2009 yılı Ekim ayından itibaren bazı işler için davacının dışarıdan yardımının alındığını açıklaması dikkate alındığında, davacının çalışma süresi ile ilgili iddiasını ispatladığı kanaatine ulaşıldığı, öte yandan Çalışma Bakanlığı’ndan izin alınmamasının fiili olarak çalışmayı bertaraf etmeyeceği, iş bu davada hâkimin resen delil toplaması mümkün olmadığından hizmet süresi yönünden yapılan bozma sebebinin yerinde görülmediği, davacının aylık ücret miktarı konusunda uyuşmazlık bulunduğundan emsal ücret araştırması yapıldığı, 13.06.2008 tarihli iş anlaşması içeriğinden davacının Arapça ve İngilizceyi çok iyi bildiği, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde faydalı ticari ilişkilere sahip olduğu ve ihracat bölge sorumlusu olarak çalışmak üzere anlaşma sağlandığının belirtildiği, Çalışma Bakanlığı’na yazılan yazıda da davacının Arapça ve İngilizce bildiğinin belirtildiği dolayısıyla İstanbul Ticaret Odası tarafından bildirilen asgari ücretin %10 fazlası ücretle çalışılabileceğinin kabulünün mümkün olmadığı, Tez-Koop İş Sendikası tarafından davacı konumundaki bir çalışanın net ücretinin 3.500,00-4.000,00-TL civarında olabileceğinin bildirildiği, davacının yaptığı işin niteliği ve bildiği yabancı diller ile 14.03.2009 tarihli yazı içeriği dikkate alındığında ve Tez-Koop tarafından bildirilen miktarın davacı iddiasından da az olması nedeniyle bu miktarın alt sınırının emsal ücret olarak kabul edildiği, kaldı ki ücret uyuşmazlığı ile ilgili olarak sendika tarafından bildirilen ücret miktarının esas alınmasının mümkün olduğu, mahkemece gerekli emsal ücret araştırmasının da yapılmış olması sebebi ile ücret ile ilgili yeniden araştırma yapılması yönündeki bozma sebebinin yerinde görülmediği, davacının ücretlerinin uzun süre ödenmemiş olması sebebiyle davalı tarafından delil listesinde yemin deliline dayanılmış olduğundan mahkemece davacıya yemin teklifinde bulunulması gerektiği belirtilmiş ise de, davalı tarafından davacının 06.02.2010 tarihinden önce işyerinde sürekli bir çalışmasının olmadığının belirtildiği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda hâkimin resen yemin teklif etmesine yönelik 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer aldığı şekliyle bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle resen yemin teklifinin mümkün olmadığı, davalı tarafından cevap dilekçesinde yemin deliline dayanılmış olmasına rağmen daha sonraki aşamalarda verilen dilekçelerde davacıya yemin teklif edeceklerine yönelik herhangi bir açıklamanın bulunmadığı, yemin teklifinin hatırlatılması için ispat ile yükümlü olan tarafın tüm delilleri toplandıktan sonra ve ancak bu delillerle iddianın veya savunmanın ispatlanamaması gerektiği, davalı tarafça davacının işyerinde 06.02.2010 tarihinden önce hizmet akdine bağlı olarak çalışmadığının belirtilmiş olması sebebi ile hizmet akdine bağlı olarak ücretin ödenip ödenmediği yönündeki yemin delilinin hatırlatılmasının savunma ile açıkça çelişki teşkil edeceği, kaldı ki çalışma süresine ilişkin ispat yükünün davacıda olduğu, davacı tarafından bu yönde gösterilen delillerin mahkemece karar verilmeden önce yeterli bulunduğu, bu nedenle ücret konusunda davalıya yemin delilinin hatırlatılacak olmasının aynı zamanda hizmet süresine ilişkin olarak da kanaat açıklaması olarak değerlendirilebileceğinden yeminin hatırlatılmasının mümkün görülmediği ve davalı tarafça kendiliğinden bu delilin kullanılacağına ilişkin de bir talepte bulunulmadığından, bu yöndeki bozma sebebinin de yerinde görülmediği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiş, karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davacının hizmet süresinin tespiti bakımından, iş bu davanın nevi ve taraflarca getirilme ilkesi uyarınca mahkemece resen bozma kararının iki numaralı bendinde yer alan hususların araştırılmasının ya da yerine getirilmesinin mümkün olup olmadığı, dosyada mevcut bilgi ve belgeler ile davacının 13.06.2008 tarihinde davalı iş yerinde çalışmaya başladığının ispat edilip edilemediği, davacıya ödenen aylık ücret miktarının tespiti bakımından davacının emsal ücret araştırması yapılması ile yemin deliline dayanan davalıya uzunca bir süre için hesaplanan ücret alacağına ilişkin olarak mahkemece yemin teklif hakkının bulunduğunun hatırlatılmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
I-)Özel Daire bozma kararının 2 numaralı bendinde yer alan bozma sebebine yönelik verilen direnme kararının incelenmesinde;
Uyuşmazlığın çözümü için, hâkimin davayı aydınlatma yükümü ile davanın dayanağını oluşturan ve davacının işçilik alacaklarının hesabına esas hizmet süresinin tespiti açısından taraf delilleri arasında yer almayan delillerin mahkemece kendiliğinden dikkate alınıp alınamayacağı, işçilik alacakları davalarında belirlenen hizmet süresinin, resen araştırma ilkesine tabi Sosyal Güvenlik Kurumunun da taraf olduğu hizmet tespiti davalarına etkisi ile davacının iddiasını ispat koşulları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, ispat yükü kural olarak davacıya düşer; yani davacı, davasını, dayandırdığı olguları ispat etmelidir.
Yine, kural olarak herkes iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. Kendisine ispat yükü düşen taraf iddiasını ispat edemezse, kendisine ispat yükü düşmeyen diğer tarafın onun iddiasının aksini ispat etmesine gerek yoktur; o olgu ispat edilmemiş sayılır.
Fakat, kendisine ispat yükü düşmeyen taraf, ispat yükü kendisinde olan diğer tarafın iddiasını ispat etmesini beklemeden, onun iddiasının aksini ispat için delil gösterebilir. İşte bu delile, karşı (mukabil) delil denir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun konuya ilişkin ve “somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194. maddesi:
“(1)Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.
(2)Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.” şeklinde düzenleme içermektedir.
Hükmün gerekçesine göre; “Bu hükümle, somutlaştırma yükünün (HMK. madde 194/1) delillerle ilişkisi ortaya konulmuştur. Dava açılırken ve cevap dilekçesi verilirken taraflar, dayandıkları vakıaların hangi delillerle ispat edileceğini de belirtmek zorundadırlar.
Ancak iki durumu birbirinden ayırt etmek gerekmektedir:
A)Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da duruşma bitinceye kadar delil gösterebilirler. Dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hâkimin de görevli olmasına, kendiliğinden araştırma ilkesi denir. Bu ilke kamu düzenini ilgilendiren çekişmeli davalarda ve çekişmesiz yargı işlerinde önem arz eder.
B)Taraflarca getirilme (hazırlama) ilkesinin uygulandığı davalarda, deliller kural olarak taraflarca gösterilir; hâkim, delillere kendiliğinden başvuramaz.
Dava malzemesinin taraflarca getirilme ilkesi, dava malzemelerinin mahkemeye kimin tarafından getirileceği hususunu düzenleyen bir ilkedir. Buna göre, hâkim, kendiliğinden, taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, hükmüne esas alamaz. Mahkeme, sadece tarafların getirdiği vakıalara göre talep sonucunu inceleyip karar verir.
Taraflarca getirilme ilkesi Hukuk Muhakemeleri Kanununun 25. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “(1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. (2) Kanunda belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.” Bu ilkenin bir sonucu olarak mahkeme, sadece taraflarca ileri sürülen vakıaları inceleyebilir. Buna kural olarak deliller de dâhildir (m. 25/2).
Fakat hâkim, bilirkişi ve keşif delillerine kendiliğinden başvurabilir (m. 266 ve m. 288). Hâkim isticvaba da kendiliğinden karar verebilir (m. 169/1). Bundan başka hâkim, davanın her safhasında, iki tarafın iddiaları sınırı içinde olmak üzere, tarafları dinleyebilir ve gerekli olan delillerin gösterilmesini ve verilmesini emredebilir (m. 31) (Kuru,B./Arslan,R./Yılmaz,E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2011, 22. Baskı, s.377, 378).
Belirtilmelidir ki hâkim olayın aydınlatılması için tarafların delil ikamesini isteyebilir, ancak tarafa belli bir delili hatırlatamaz.
Mahkemenin hüküm vermesi için, kendisine yöneltilen talebin formüle edilmesi ve ileri sürülmesi tarafların yükümlülüğünde ise de, bunları anlamlandırmak veya gerektiğinde açıklattırmak hâkimin görevidir. Ancak bu durum, hâkimin tarafların ileri sürmediği vakıaları ileri sürmelerine imkân vermesi veya hatırlatması anlamını taşımaz. Burada mevcut olmayanın talep edilmeyenin ortaya çıkartılması değil, talep edilenin netleştirilmesi, aydınlatılması, belirlenmesi söz konusudur.
Taraflarca getirilme ilkesi, hâkimin soru sorma ve davayı aydınlatma ödevi (m. 31) çerçevesinde yumuşatılmıştır (Pekcantez,H./ Atalay,O./Özekes,M.: Medeni Usul Hukuku, 2011, 11. Bası, s. 248 vd).
6100 sayılı Kanunun “hâkimin davayı aydınlatma görevi” başlıklı 31. maddesine göre, “hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir, soru sorabilir, delil gösterilmesini isteyebilir.”
Hâkimin davayı aydınlatma ödevi olarak ifade edilen bu düzenleme ile doğru hüküm verebilmesi ve maddi gerçeğin bulunabilmesi amaçlanmıştır. Düzenlemede her ne kadar “açıklama yaptırabilir” denilmişse de, bunun, hâkimin davayı aydınlatması için bir “ödev” olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü davayı aydınlatma ödevi sayesinde hâkim, iddia ve savunmanın doğru ve tam olarak anlaşılmasını sağlayacak ve bu şekilde doğru olmayan bir kararın verilmesini önleyecektir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes: age, s. 248 vd).
Görüldüğü üzere hâkimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31. maddede, hâkimin uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir.
Diğer taraftan, hizmet süresinin tespiti bakımından işçilik alacağı davaları ile Sosyal Güvenlik Kurumunun da taraf olduğu hizmet tespiti davalarına kısaca değinmek gerekmektedir.
Sosyal Güvenlik Hukukunun; hem kamu hukuku, hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında, özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup, kendiliğinden araştırma ilkesi söz konusudur.
Sigortalılık başlangıç tarihi ve hizmet tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesinin icap ettiği Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadı olduğundan, kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında, hâkimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı bu davalarda ispat yükü, bir tarafa yüklenemez.
Öte yandan, işçilik alacağı davalarında taraflarca hazırlama ilkesi geçerli olup, bu davalarda hizmet süresi yönünden varılacak sonuç, resen araştırma ilkesine tabi Sosyal Güvenlik Kurumunun da taraf olduğu hizmet tespit davalarında kesin hüküm teşkil etmez, sadece delil olarak göz önünde bulundurulur. Nitekim bu tür davalarda taraflara yeniden delil bildirme imkânı tanınması ya da taraflarca bildirilmeyen delillerin mahkemece resen dikkate alınması usul ve yasaya aykırılık oluşturur.
Bu aşamada davanın dayanağını oluşturan işçilik alacağının hesabına esas hizmet süresinin ispat koşulları üzerinde de durulması gerekir.
Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, çalışma olgusunu işçi kanıtlamak zorundadır. İşçi hizmet süresini usul hukukunun öngördüğü her türlü delille ispatlayabilecektir.
Bu kapsamda davacı işçi tarafından tanık deliline dayanılması hâlinde; gerek mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 254. maddesi gerekse 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 255. maddesi uyarınca, aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça tanıkların gerçeği söylemiş olmalarının asıl olduğu ilkesi gözetilerek değerlendirme yapılmalıdır.
Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz ise de, işveren aleyhine dava açan kişiler davacı tanığı olarak dinlenmiş ise bu işçilerin tanıklıklarına kural olarak itibar edilmemesi; birbirlerine tanıklık eden kişilerin beyanlarına ihtiyatla yaklaşılması ile bu tanıkların beyanlarının diğer yan delillerle birlikte değerlendirilerek sonuca gidilmesi gerekir.
Somut olaya gelince; davacı işçi davalı iş yerinde 2007 Ağustos ayında işe başlayıp 2010 yılı başlarında işten ayrıldığını, iki yıl süreyle davalı işveren tarafından sigortasız çalıştırıldığını iddia ederek bir kısım işçilik alacaklarının ödetilmesini talep etmiştir. Davalı vekili ise davacının müvekkili iş yerinde 06.02.2010-30.03.2010 tarihleri arasında çalıştığını, 2009 yılı Ekim ayında firmanın bazı işleri için kendisinden dışarıdan yardım alınmaya başlandığını, bu dönemlerde sadece haftanın bazı günlerinde birkaç saat için iş yerine uğradığını, daha önce sürekli bir çalışması bulunmayan ve Filistin ülkesi vatandaşı olan davacının T.C. vatandaşı olması üzerine 06.02.2010 tarihinde resmî şekilde iş yerinde çalışmaya başladığını savunmuştur.
Bununla birlikte 15.12.2009 tarihinde Türk Vatandaşlığı kazanan ve aynı zamanda Filistin Devleti vatandaşı olan davacının Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarından 06.02.2010-30.03.2010 tarihleri arasında davalı iş yerinde sigortalı olarak çalışmasının bulunduğu görülmektedir.
Davacının 13.06.2008 tarihinde davalı iş yerinde çalışmaya başladığının kabulüne ilişkin mahkemenin ilk kararı Özel Dairece; taraflar arasında ihtilaflı olan hizmet süresine ilişkin yapılan inceleme ve araştırmanın yetersiz olduğu, hizmet süresinin nitelikçe kamu düzenini ilgilendirdiği bu sebeple araştırmanın genişletilmesi gerektiğine işaret edilerek bozulmuştur. Özel Dairece bu kapsamda uyuşmazlık konusu dönemi kapsayacak şekilde dönem bordrolarının getirtilmesi, bordro tanıklarının resen tespit edilerek dinlenilmesi, yine komşu iş yeri işverenleri ile tanıklarının da gerek görüldüğü takdirde tespiti ile dinlenilmesi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından davacıya çalışma izninin ne zaman verildiğinin belirlenmesi, davacının çalıştığı birimin belge ve kayıtları üzerinde adının bulunup bulunmadığının gerekirse iş yerinde keşif yapılarak denetlenmesi, davacıya yapılan ücret ödemelerine ilişkin belgelerin istenmesi suretiyle tüm delilerin birlikte değerlendirilerek davacının hizmet süresinin tespitinin gerektiği belirtilmiştir.
Az yukarda da belirtildiği üzere eldeki dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkin olup taraflarca getirilme ilkesine tabidir. İş bu davalarda dava konusu alacaklara hak kazanılıp kazanılmadığı tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri bir konudur. Bu sebeple taraflarca gösterilmeyen delillere mahkemenin kendiliğinden başvurması usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği gibi taraflara yeni delil bildirme imkânı verilmesi de hukuken olanaklı değildir. Diğer taraftan işçilik alacağı istemli bu tür davalarda işçinin hizmet süresi yönünden varılacak sonucun Sosyal Güvenlik Kurumunun taraf olduğu davalarda sadece delil olarak göz önünde bulundurulacağı gerçeği karşısında, mahkemenin direnme kararında bu yönüyle bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Öte yandan, davacı tarafından 13.06.2008 tarihli iş anlaşması, aynı tarihli iş teklif kabulü başlıklı belge ile davalı tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na aynı tarihte yazılan belgeler sunulmuştur. Davalının herhangi bir itirazına uğramayan bu belgelerden taraflar arasında 13.06.2008 tarihinde iş sözleşmesi imzalandığı ve bu sözleşmeye istinaden işveren tarafından davacı adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından çalışma izni istendiği anlaşılmaktadır. Davacı tanığı davalı şirkette 2009 yılı Nisan veya Mayıs aylarında çalışmaya başladığını, davacının yurt dışı işleri ile ilgilendiğini, kendisinin ise yurt içi pazarlama elemanı olarak çalıştığını, görevi nedeniyle ayın iki ya da üç haftasını il dışında geçirdiğini, il dışında bulunmadığı zamanlarda davacının düzenli olarak iş yerinde bulunan bir personel olduğunu bildirmiştir. Diğer taraftan davalı şirket adına düzenlenen 22.12.2008-2010 yılları arasını kapsayan bir kısım proforma, irsaliyeli fatura, gümrük beyanname örneklerinin de davacı tarafından düzenlendiği görülmektedir. Davalı tanıkları da davacının resmî olarak kayıtlara intikal eden süreden önce zaman zaman iş yerine gelip gittiğini beyan etmişlerdir.
Dolayısıyla bütün deliller birlikte değerlendirildiğinde, davacının hizmet süresi yönünden iddiasını 13.06.2008 tarihinden itibaren ispatladığının kabulü dosya içeriğine uygun düşecektir. Bunun yanında 15.12.2009 tarihinde Türk Vatandaşlığı kazanan davacı adına Bakanlıktan çalışma izni alınmış ya da alınmamış olması sonucu değiştirecek mahiyette değildir. Bu hususun fiili olarak çalışmayı bertaraf etmeyeceği açıktır.
Hâl böyle olunca, mahkemece davacının 13.06.2008 tarihi itibariyle davalı iş yerinde çalışmaya başladığının kabulü ile verdiği direnme kararı yerindedir.
Bu nedenle, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekmektedir.
II)Özel Daire bozma kararının 3 numaralı bendinde yer alan bozma sebebine yönelik verilen direnme kararının incelenmesinde;
4857 sayılı İş Kanunu"nun 32"nci maddenin ilk fıkrasında genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
Ücret kural olarak dönemsel (periyodik) bir ödemedir. Kanunun kabul ettiği sınırlar içinde tarafların sözleşme ile tespit ettiği belirli ve sabit aralıklı zaman dilimlerine, dönemlere uyularak ödenmelidir.
İş sözleşmesinin tarafları, asgari ücretin altında kalmamak kaydıyla sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ücretin miktarını serbestçe kararlaştırabilirler. İş sözleşmesinde ücretin miktarının açıkça belirtilmemiş olması, taraflar arasında iş sözleşmesinin bulunmadığı anlamına gelmez.
Nitekim 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 401"inci maddesinde, "İşveren, işçiye sözleşmede veya toplu iş sözleşmesinde belirlenen; sözleşmede hüküm bulunmayan hâllerde ise, asgari ücretten az olmamak üzere emsal ücreti ödemekle yükümlüdür." hükmüne yer verilmiştir.
İş sözleşmesinin sona ermesi hâlinde işçilik alacaklarının miktarı belirlenirken bu hesabı doğrudan etkileyecek olan işçinin gerçek ücretinin saptanması gerekmektedir. Gerçek ücret; işçinin kıdemi, yaptığı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücrettir.
Uygulamada taraflar arasında ücretin miktarı konusunda uyuşmazlık daha çok görünüşte bir ücret belirlemeleri ancak bu ücretin aralarında kararlaştırdıkları gerçek ücret olmaması durumunda ortaya çıkmaktadır. Bazen taraflar arasında kararlaştırılmış olan gerçek ücret-SGK primlerini daha az ödemek veya daha düşük vermek amacı ile -bordroya yansıtılmamakta ya da çift bordro düzenlenmekte, görünüşte daha düşük-örneğin asgari ücret olarak- gösterilmektedir (Süzek, S.: İş Hukuku, Yenilenmiş 11. Baskı, İstanbul 2015, s. 394,395).
Böyle bir durumda gerçek ücretin tespiti önem kazanmakta olup iş sözleşmesinin tarafları arasında ücret miktarı konusunda çıkabilecek ihtilaflarda gerçek ücretin her türlü delille ispatı mümkündür. Aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, tanık beyanları gibi delillerle işçinin imzasını taşıyan ücret bordroları veya iş sözleşmesinde yazılı olan ücretin gerçek olmadığı kanıtlanabilir. Ücretin mevcut delillerle şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi mümkün bulunmayan kimi durumlarda, yapılan iş, hizmet süresi ve diğer belirleyici özellikler belirtilmek suretiyle ilgili meslek örgütlerinden sorulmak suretiyle de belirlenebilir.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 02.07.2003 gün ve 2003/21-440 E.- 2003/440 K., 28.06.2006 gün ve 2006/9-479 E.-2006/484 K., 22.10.2008 gün ve 2008/9-641 E.-2008/649 K. ve 18.11.2015 gün ve 2014/9-1557 E.-2015/2648 K. sayılı kararlarında da benzer ilkeler benimsenmiştir.
Somut olaya gelince; davacı vekili müvekkilinin birden fazla yabancı dil bildiğini, davalı şirketin dış ticaret işlerinin tümüyle ilgilendiğini, dış ilişkiler pazarlama müdürü olarak çalışıp net 5.000,00-TL ücret aldığını iddia etmiş iken; davalı vekili davacının pazarlama bölümü personeli olarak çalıştığını, son aylık ücretinin ise net 1.054,00-TL olduğunu savunmuştur.
Bunun yanında 30.03.2010 tarihinde iş sözleşmesi sona eren davacının 2010 yılı Mart ayı ücret bordrosunda 30 günlük normal çalışma karşılığı aylık gelirinin toplam brüt 1.396,85-TL olduğu ve kesintilerden sonra asgari geçim indirimi dâhil net tahakkukun 1.054,68-TL olduğu görülmektedir.
Mahkemece davacının gerçek ücretinin tespiti bakımından İstanbul Ticaret Odası, Hizmet İş Sendikası ve Tez-Koop İş Sendikası Başkanlıklarına yazılan yazılarda, iş yerinin PVC mamülleri imalat-ihracat faaliyeti yürüttüğü, davacının 2007-2010 yılları arasında dış pazarlama satış müdürü olarak çalıştığı belirtilerek, çalıştığı dönemleri kapsayacak şekilde alabileceği aylık emsal ücretin yıllara göre ayrı ayrı tespiti istenmiştir.Bu kapsamda İstanbul Ticaret Odası 06.03.2012 tarihli yazısında, davacının emsali olan bir işçinin 2010 yılında alabileceği aylık ücretin asgari ücretin %10 fazlası olabileceğini belirtmiş iken, Tez-Koop İş Sendikası ise 18.04.2012 tarihli yazısında davacının dış pazarlama satış müdürü olarak çalıştığı, yaklaşık 4 yıllık kıdeme sahip dış pazarlama satış müdürlerinin 2010 döneminde aylık çıplak net ücretlerinin 3.500,00-4.000,00-TL (sosyal haklar hariç) civarında olduğunu bildirmiştir.
Diğer taraftan 13.06.2008 tarihli iş anlaşması başlıklı belgede ve aynı tarihte davalı tarafından Çalışma Bakanlığı’na yazılan yazıda, davacının Arapça ve İngilizce dillerini iyi bildiği, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde faydalı ticari ilişkilere sahip olduğu ve ihracat bölge sorumlu olarak çalışmak üzere kendisiyle anlaşma sağlandığının belirtilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Tez-Koop İş Sendikası tarafından bildirilen miktarın alt sınırını emsal ücret olarak kabul eden mahkemenin ilk kararı Özel Dairece, davacının ücretinin belirlenmesi noktasında emsal ücret araştırması yapılmasının gerektiği, eksik inceleme ile sonuca gidilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece davacının yaptığı işin niteliği, bildiği yabancı diller, Tez-Koop İş Sendikası tarafından bildirilen ücretin davacı iddiasından da az olması nedeniyle bu miktarın alt sınırının emsal ücret olarak kabul edildiği, ücret uyuşmazlığında sendika tarafından bildirilen ücretin esas alınabileceği, mahkemece emsal ücret araştırması yapıldığından ücret ile ilgili olarak yeniden araştırma yapılması yönündeki bozma nedeninin yerinde olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Gerçekten de mahkemece emsal ücret araştırması yapılmış ise de, Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere araştırmanın yeterli olduğundan bahsedilemez. Nitekim davacının sendikalı olduğuna dair dosya kapsamında herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Davalı şirketin faaliyet konusu ve davacının da dış ticaret, ihracat işiyle ilgilenmesi karşısında İhracatçılar Birliğinden dahi davacı emsali bir işçinin alabileceği ücret miktarının sorulmadığı görülmektedir. Ayrıca mahkemece emsal ücret araştırması yazısında davacının 2007-2010 yılları arasında çalıştığı belirtildiği gibi Tez-Koop İş Sendikasının emsal ücret yazısında 4 yıllık kıdeme sahip bir işçinin alabileceği ücret miktarı bildirilmiş olup, davacının, davalı iş yerinde 13.06.2008-30.03.2010 tarihleri arasında çalıştığı ve buna göre 4 yıllık bir kıdeme sahip olmadığı da açıktır. Diğer taraftan davacı tarafından davalı şirket adına düzenlenen 22.12.2008-2010 yılları arasını kapsayan bir kısım proforma, irsaliyeli fatura ve gümrük beyanname örneklerinde davacının unvanı satış elemanı olarak belirtilmiş iken bir kısmında ise satış müdürü olarak belirtilmiştir.
Buna göre, davacının davalı iş yerinde hangi sıfatla çalıştığı belirlendikten sonra 13.06.2008-30.03.2010 tarihleri arasında çalışan davacının belirtilen çalışma süresi, davalının itirazına uğramayan belgelerde yer verilen mesleki tecrübesi, bildiği yabancı diller ve sendikalı olmadığı hususu da belirtilerek emsal ücretinin ne olabileceği detaylı bir şekilde araştırılmak suretiyle gerçek ücretinin tespiti gerekmektedir.
Bu durumda, davacının sendikalı olmadığının belirtilmediği ve fiili çalışma süresinin de hatalı olarak bildirildiği emsal ücret araştırmasına göre sonuca gidilmesi doğru olmamıştır.
Hâl böyle olunca, direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik neden ve gerekçe ile bozulmalıdır.
III) Özel Daire bozma kararının 4 numaralı bendinde yer alan bozma sebebine yönelik verilen direnme kararının incelenmesinde;
Ücretin ödendiğinin ispat yükü işverene ait olup, İş Kanununda ödemenin hangi yolla ispat edileceği konusunda herhangi bir düzenleme yer almamış, sadece ücret hesap pusulasına ilişkin bir hükme yer verilmiştir. Bu kapsamda 4857 sayılı İş Kanunu’nun 37. maddesinin birinci fıkrası ile işveren, işyerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya işyerinin özel işaretini taşıyan bir pusula vermekle zorunlu tutulmuştur.
İşveren ücret ödeme borcunu yerine getirdiğini, işçinin imzasını taşıyan ücret bordroları, hesap pusulası, makbuz ya da ibraname gibi belgelerle ispatlamak durumundadır. Ücretin bankaya yatırıldığı durumlarda banka kayıtları ile de ödemenin ispatı mümkün ise de tanıkla ispatı mümkün değildir.
Somut olayda davacı çalıştığı süre boyunca ücretlerinin ödenmediği iddiası ile ücret alacağı talebinde bulunmuş, davalı işveren ise davacının tüm ücretlerinin ödendiğine dair savunma yapmıştır.
Ne var ki davacının ücretinin ödendiği savunmasına karşılık davalı işveren tarafından dosyaya herhangi bir ödeme belgesi veya banka kaydı sunulmamıştır.
Mahkemece davacının tüm çalışma dönemi esas alınarak (13.06.2008-30.04.2010) hesaplanan bilirkişi raporuna istinaden ücret alacağı hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda da vurgulandığı üzere ispat yükü üzerinde olan işveren tarafından eldeki davada ücretlerin ödendiği, belirtilen ve davacının imzasını taşıyan yazılı bir belge ile kanıtlanamamış ise de, davalının 27.05.2011 havale tarihli cevap dilekçesi ve 22.06.2011 havale tarihli delil listesinde açıkça yemin deliline dayandığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, henüz 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girmeden cevap dilekçesi ve tekrarında delil listesinde yemin deliline dayanıldığından eldeki davada uyuşmazlık, mülga 1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) hükümlerine göre çözümlenmelidir.
Bilindiği gibi, davanın çözümlenmesine etkisi olan bir vakıanın ispatı için, ispat yükü kendisine düşen tarafın diğer tarafa teklif ettiği yemine, taraf yemini veya kesin yemin denir (HUMK m.344).
Hâkim tarafından resen teklif edilen yemin (HUMK m.355-362) karşıtı olarak kullanılan taraf yemininde, yemin teklifini taraflardan biri diğerine yapmaktadır. Buradan hareketle, yemin teklifini ispat yükü kendisine düştüğü hâlde iddiasını veya savunmasını başka delillerle ispat edememiş taraf yapar.
Bu hâlde, ilk önce diğer delillerin incelenmesi ve bunlar ile iddia veya savunma ispat edilememişse ancak bu takdirde yemin deliline başvurulması gerektiği kuşkusuzdur. Başka bir anlatımla, diğer delilleri ile birlikte yemin delilini de bildirmiş olan taraf, diğer delillerle iddia veya savunmasını ispat edemezse, o zaman kendisine yemin teklifi hakkı kullandırılmalıdır.
Kuşkusuz, kesin delil niteliğinde bulunan yemin deliline dayanan taraf, bu delile sıra gelmiş olduğunu başka türlü bilemeyeceğinden; mahkeme, yemin teklif etmek hakkı bulunduğunu istek sahibine hatırlatmakla yükümlüdür. Şu durumda kural olarak, yemin teklifi hakkı kullandırılmadan karar verilemez.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, mahkemece yemin teklif etme hakkının hatırlatılması ancak ispat yükü kendisine düşen tarafın yemin deliline başvuru hakkının varlığı ile mümkündür. Yasal olarak kullanılma hakkı bulunmayan bir hakkın varlığının mahkemece hatırlatılması da düşünülemez.
Yemin deliline dayanılabilmesi de ancak, ya tarafların delil listelerinde açıkça bu delili bildirmeleri veya davacının dava dilekçesinde, davalının da cevap dilekçesinde yemin deliline dayanması ile mümkündür.
O hâlde, ücretlerin ödendiğinin ispatı yönünde yazılı delil sunulmayan davada "yemin" deliline dayanılmış olduğundan mahkemece, ödeme iddiasının kanıtlanması amacıyla davacıya yemin önerme hakkının bulunduğu davalıya hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gereklidir.
Hâl böyle olunca, iki yıla aşkın bir süre hiç ücret alınmadan çalışıldığı iddia edildiğinden cevap dilekçesi ve delil listesinde açıkça yemin deliline dayanan davalıya HUMK döneminde tamamlanmış bir işlem olarak bu hakkının hatırlatılması zorunlu olduğu gözetilmeden yerinde olmayan gerekçelerle direnme kararı verilmesi doğru olmamıştır.
Ne var ki, bozma kararında uzun süre ücretlerin ödenmemesi iddiası karşısında cevap dilekçesinde yemin deliline dayanan davalıya yemin teklif hakkının olduğunun hatırlatılmasının gerektiği belirtilmesini takiben bir sonraki paragrafta “davacının ücret alacağı uzun süre için hesaplanmış olup, davalı delil listesinde yemin deliline dayandığına göre mahkemece davacıya yemin teklifinde bulunulmalı ve oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir” ifadesinin maddi hataya dayalı olarak kararda yer aldığı Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında kabul edildiğinden, maddi hataya dayalı bu ifade bozma kararından çıkartılarak, direnme kararı bu değişik neden ve gerekçe ile bozulmalıdır.
S O N U Ç :
1-Yukarıda ( I ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda gösterilen gerekçelerle ONANMASINA,
2-Yukarıda ( II ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
3-Yukarıda ( III ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, aşağıda dökümü yazılı (10,70-TL) harcın temyiz edenden alınmasına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.04.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.
