Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2016/2314
Karar No: 2017/1704
Karar Tarihi: 13.12.2017

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/2314 Esas 2017/1704 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2016/2314 E.  ,  2017/1704 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Karşıyaka 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.06.2010 gün ve 2007/76 E.-2010/459 K. sayılı kararının temyizen incelenmesi davalı vekilince istenilmesi ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 27.12.2012 gün ve 2010/34458 E.-2012/44526 K. sayılı kararı ile;
    "… A) Davacı İsteminin Özeti:
    Davacı, davalı şirkete ait gemide 09.12.1996 tarihinde gemi adamı olarak çalışmaya başladığını, bu çalışmasının işverenin çeşitli gemilerinde 15.12.2003 tarihine kadar devam ettiğini, son olarak 15.12.2003 tarihinde kontratının bittiği gerekçesiyle işine son verildiğini, iş sözleşmesinin zincirleme olarak yenilenip çalışması kesintisiz olarak devam ettiğinden belirsiz süreli hizmet akdine dönüştüğünü, işverence gemi sefere çıkmadan önce veya belli aralıklarla matbu sözleşmeler imzalatıldığını, ancak sözleşmelerde belirtilen süre sona erdiği halde çalışmasının devam ettiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla çalışma, genel tatil, hafta tatili ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.
    B) Davalı Cevabının Özeti:
    Davalı, davacının kendilerine ait gemilerde bazen kısa, bazen uzun aralıklarla çalıştığını ve çalışmalarının kuruma eksiksiz olarak bildirildiğini, ilk olarak 09.12.1996 tarihinde davalıya ait gemide işe başladığını, 12.12.2003 tarihinde ailesi ile sorunlar yaşadığından işten ayrıldığını, iddia ettiği gibi zincirleme olarak işyerinde çalışmasının söz konusu olmadığını, ücret, ikramiye, fazla çalışma, hafta sonu, bayram ve resmi tatil çalışmalarının bordrolarda gösterildiğini, ücret ve ikramiyelerinin USD bazında ve yüksek olduğunu, iddia konusu çalışmalarının geminin limanda bulunduğu süreleri de kapsadığını, günlük 24 saatlik çalışmanın insan takatini aştığını, bu bakımdan davacının fazla çalışma, hafta sonu ve bayram çalışma alacağının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
    C) Yargıtay Bozma İlamı:
    Mahkemece, ilk kararı ile davanın zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmiştir.
    Davalının temyizi üzerine ilk karar Dairemizin 04.12.2006 tarih ve 2006/32632 E , 2006/31785 K sayılı ilamı ile davacı ile davalı arasındaki temel ilişkinin (hizmet akdinin) tabi olduğu genel zamanaşımı sürelerinin göz önünde bulundurulması suretiyle zamanaşımı defi"inin değerlendirilmesi gerekirken, olayda uygulama yeri olmayan TTK"nun 1253/3,1259 ve 1261 maddeleri uyarınca davanın zamanaşımı yönünden reddedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.
    D) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
    Mahkemece, bozma ilamı usul ve yasaya uygun bulunduğundan uyulmasına karar verilmiştir.
    Yapılan yargılama sonucunda davalı işverenin davacının iş sözleşmesinin ihbar ve kıdem tazminatı almaya hak kazandırmayacak şekilde sona erdiğini ispat edemediği, davacı vekilinin ilk bilirkişi heyeti raporunu kabul etmesi de göz önünde tutularak, davacının kıdem tazminatı alacağının brüt 4.673,42 TL, ihbar tazminatı alacağının brüt 2.136,06 TL, fazla mesai ücreti alacağının brüt 2.702,62 TL, hafta sonu ücreti alacağının brüt 618,97 TL, genel tatil ücreti alacağının brüt 101,49 TL, yıllık izin ücreti alacağının brüt 1.220,70 TL olarak kabul edildiği belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    E) Temyiz:
    Kararı davalı temyiz etmiştir.
    F) Gerekçe:
    1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
    2-Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacının fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil çalışması yapıp yapmadığı noktalarında toplanmaktadır.
    Somut olayda, Dairemizin bozma ilamından sonra yapılan yargılama sırasında talep miktarı ıslah ile artırılmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakeme Kanununun 176 ve devamı maddeleri gereği bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı halde bozmadan sonra yapılan ıslaha itibar edilerek karar verilmesi hatalıdır.
    3-Gemide çalışanların yaptıkları işin niteliği ve özelliği gereği çalışma süreleri de diğer çalışanlara göre farklı düzenlenmiştir. Deniz İş Kanunu kapsamına giren ve uzak yol seferi yapan gemilerde hem iş süresi hem de bu sürelerin dışında gemide kalma zorunluluğu nedeniyle geçen diğer süreler büyük önem taşımaktadır. Yakın yol seferi veya iç sularda günlük sefer yapan gemilerde ise gemiadamlarının gemide kalma zorunlulukları bulunmadığından iş süreleri de fazla bir özellik göstermez. Deniz İş Kanunu’nun 26/1 maddesine göre “Genel bakımdan iş süresi, günde sekiz ve haftada kırksekiz saattir. Bu süre haftanın iş günlerine eşit olarak bölünmek suretiyle uygulanır”. Deniz İş Kanununda 4857 sayılı İş Kanunu’ndan farklı olarak hem haftalık, hem de günlük çalışma süresi belirlenmiştir.
    Deniz İş Kanunu’nun 26/2 maddesine göre “iş süresi, gemiadamının işbaşında çalıştığı ve vardiya tuttuğu süredir. Gemiadamının gemide bulunduğu sürelerin tamamı çalışma süresi olarak kabul edilemez. Gemiadamının fiilen çalıştığı veya fiilen çalışmamakla birlikte gücünü işverenin emrinde bulundurduğu, iş verilmesi veya çıkması için beklediği süreler çalışma süresinden sayılmalıdır.
    Deniz İş Kanunu’nun 28/1 maddesine göre “Bu kanuna göre tespit edilmiş bulunan iş sürelerinin aşılması suretiyle yapılan çalışmalar, fazla saatlerde çalışma sayılır”. İş Kanunu kapsamında çalışan işçinin fazla çalışma yapması için onayının alınması gerekirken (Md. 41/7) Deniz İş Kanunu kapsamında çalışan gemiadamı için bir onay veya rıza aranmamaktadır. Gemiadamının işvereni, herhangi bir nedene dayanmak zorunda olmaksızın gemiadamına fazla saatlerle çalışma yaptırabilir.
    Deniz İş Kanunu kapsamında çalışan gemiadamının iş başında çalıştığı veya vardiya tuttuğu süreler, günlük 8 veya haftalık 48 saati aştığı takdirde gemiadamının fazla çalışma yaptığı ortaya çıkar. Gemiadamının ister seyir halinde olsun, ister limanda gemi içinde iken çalışmadan veya vardiya tutmadan geçirdiği süre fazla çalışma olarak değerlendirilemez. Gemiadamının haftalık esasa göre fazla çalışmasının tespit edilmesi için gemiadamının haftanın 7 günü çalışması gerekmektedir. Aksi halde günlük çalışma esasına göre fazla mesai belirlenmelidir. Deniz İş Kanunu’nun 41. maddesi dikkate alındığında, liman ve şehir hattı gemilerde çalışanlar bunun dışındadır. Sadece bu gemiler dışında, örneğin uzak sefer yapan gemilerde çalışan gemiadamlarının işin gereği olarak altıncı günden fazla yedi gün çalışması sözkonusu olabilir.
    Deniz İş Hukukunda, sözleşmenin taraflarının fazla mesai ücretinin, asıl ücrete dahil olduğu şeklinde sözleşmeye hüküm koymaları mümkündür. Bu sözleşme hükmü geçerlidir. Ancak bunun da bir sınırının bulunması gerekir. Deniz İş Kanunu’nda fazla çalışmalar için günlük veya yıllık bir sınır da öngörülmemiştir. Oysa 4857 sayılı İş Kanunu kapsamındaki işçiler için fazla çalışmanın sınırı yılda 270 saat olarak belirlenmiştir (Md.41/8). Bu nedenle 4857 sayılı İş Kanunu’ndaki 270 saat sınırlamasının Deniz İş Kanunu kapsamında çalışanlar için uygulanması, ikisi de özel kanun olduğundan mümkün değildir.
    Bu konuda sınır olarak Türkiye tarafından onaylanan uluslararası kaynak olan 180 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmesi ile 1999/63/EC sayılı Avrupa Birliği Direktifi dikkate alınabilir. Anılan sözleşme ve direktifin 5. maddelerinde işçinin sağlığının ve güvenliğinin korunması amacıyla çalışma sürelerinde sınırlamaya gidilmiş ve asgari dinlenme süreleri belirlenmiştir. Buna göre “azami çalışma süresi 24 saatlik sürede 14 saati, 7 günlük sürede 72 saati geçemez. Dinlenme süresi ise 24 saatte 10 saatten, 7 günlük sürede 77 saatten az olamaz. Dinlenme saatlerinin 6 saatten az olmamak koşuluyla ikiye bölünerek uygulanması mümkün olup iki dinlenme süresi arasında geçecek zamanın da 14 saatten fazla olmaması gerekir”. Buna paralel düzenleme Gemiadamları Yönetmeliğinin 84. maddesinde yer almaktadır. Dinlenme sürelerini belirleyen bu kuraldan da aynı sonuç çıkarılabilir. Fakat yönetmelik dinlenme süresini günlük 10 saat olarak belirlerken, haftalık ise 70 saatten az olamayacağını belirtmiştir. Bu sözleşme ve direktifteki düzenlemeye göre daha az bir süredir. Bu nedenle sınırlamada sözleşme ve direktifin dikkate alınması daha isabetli olacaktır.
    Burada temel sınır olarak Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmesinin öngördüğü, azami çalışma süresi günde 14, haftada 72 saati geçemez esası kabul edilmeli, 7 günü dahil 72 saate kadar olan çalışmada 48 saat fazla çalışma ücretinin, asıl ücrete dahil olduğu kabul edilmelidir. Davacı gemiadamının sözleşme dönemindeki çalışmasında haftalık 72 saati geçen kısmı var ise fazla mesai ücreti ayrıca hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır.
    Diğer taraftan, davacı ile davalı işveren arasında 21.12.1996-21.09.2007 dönemi için sözleşme sunulmuş, daha sonraki dönemler için sözleşme sunmamıştır. Dolayısı ile daha sonraki dönemlerde, fazla mesai ücretinin, asıl ücretin içinde kabul edilmesi için, sözleşmelerin ibraz edilmesi ve incelenmesi gerekir. Sözleşmeler ibraz edilmediği takdirde ilk dönem hariç, fazla mesai ücretinin asıl ücretin içinde olduğu yönündeki hükmü uygulama olanağı yoktur. Bu durumda günde 8, haftada 48 saati aşan çalışmaların fazla mesai olarak hesaplanması gerekir.
    Deniz İş Kanunu’nun 28/son fıkrasına göre “Fazla saatlerle çalışmaları belgelemek üzere işveren veya işveren vekili noterden tasdikli ayrı bir defter tutmak zorundadır. Kanunun 26/3 maddesinde de “3. fıkrada ise “İşveren veya işveren vekilinin, gemiadamının vardiyalarını yemek ve dinlenme zamanlarını bir çizelge ile belirtmek ve bu çizelgeyi gemiadamlarının görebilecekleri bir yere asmak zorunda” olduğu belirtilmiştir.
    Somut olayda; davacı gemiadamının fazla mesai yaptığı, davacı tanık beyanları esas alınarak belirlenmiştir. Soyut tanık beyanı ile fazla mesai yaptığının kabulü doğru değildir. Yukarda açıklandığı gibi işverenden Deniz İş Kanunu’nun 26 ve 28. Maddeleri uyarınca gemiadamları listesi, vardiya çizelgesi ve fazla saatlerle çalışmayı belgeleyen tasdikli defter istenmeli, bu belgeler diğer delillerle birlikte değerlendirilerek, davacının fazla çalışma saatleri belirlenmelidir. Eksik inceleme ile fazla mesai ücretinin kabulü hatalıdır.
    4. Deniz İş Kanunu hafta tatilini gemiadamının liman hizmeti ve şehir hattı gemilerinde (Mad. 41) veya kısa, yakın ve uzak sefer yapan gemilerde, çalışmasına göre ikili ayrıma tabi tutmuştur(Mad. 42/son). 41. madde uyarınca “Liman hizmeti ve şehir hattı gemilerinde gemiadamının haftada altı günden fazla çalıştırılması yasaktır. Bunlardan hafta tatili günü çalıştırılanlara, haftanın diğer bir gününde nöbetleşe izin verilir”. 42. maddenin son fıkrasına göre ise “Kısa, yakın ve uzak sefer yapan gemilerde çalışan gemiadamlarına işveren veya işveren vekili tarafından geminin seferde bulunduğu müddete rastlayan hafta tatili günleri için yukarıdaki şartlar aranmaksızın ve bir iş karşılığı olmaksızın, ayrıca bir gündelik tutarında hafta tatili ücreti ödenir.
    854 sayılı Deniz İş Kanunu’nda, ulusal bayram ve genel tatillerde gemiadamının çalıştırılması durumunda 43. madde düzenlemesi ile “bir iş karşılığı olmaksızın bir günlük ücreti tutarında tatil ücretinin, ücret ödeme şekline bakılmaksızın ayrıca ödeneceği” belirtilmiştir. Hafta tatilinde olduğu gibi bir ayrıma gitmeksizin tüm gemiadamlarına aynı hükmün uygulanacağı görülmektedir.
    Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, gemiadamı, liman hizmeti ve şehir hattı gemilerinde çalışmakta ise, gemiadamının özellikle hafta tatil ücretinin sözleşmede belirtilen ücrete dahil olduğu şeklinde ki sözleşme hükmü, bu gemiadamları yönünden yasaklayıcı kural nedeni işe geçersiz olacaktır. Ancak gemiadamı, kısa, yakın ve uzak sefer yapan gemilerde çalışmakta ise, yasaklama getirilmediğinden, tatil ücretinin asıl ücret içinde olduğuna dair sözleşme hükmü geçerli kabul edilmelidir.
    Somut uyuşmazlıkta davacının uzak sefer yapan gemide çalıştığı anlaşıldığından, ilk sözleşme dönemi için hafta ve genel tatil çalışmaları karşılığı ücretin, asıl ücret içinde kabul edilmesi, daha önceki dönemler için ise fazla mesai ile ilgili bozma nedeninde açıklandığı gibi sözleşmeler araştırılmalı, hüküm var ise tüm süre için tatil ücretleri istemi reddedilmeli, sözleşme ibraz edilmediği takdirde bu dönemler için tatil çalışmaları karşılığı ücret hesaplanmalıdır. Bu yönde eksik inceleme ile sonuca gidilmesi doğru görülmemiştir.
    5. Kabule göre, mahkemece yıllık izin ücreti alacağının gerekçede 1.220,70 TL olduğu belirtildiği halde hüküm kısmında 4.661.20 TL"sine hükmedilmesi hatalıdır..."
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
    Davacı vekili müvekkilinin davalı şirkete ait gemilerde gemi adamı olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini, yıllık izin kullanmadığını, fazla çalışma yapıp hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı şirket vekili davanın zamanaşımına uğradığını, davacının işten kendi isteği ile ayrıldığını, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin ödendiğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
    Mahkemece gemi adamları hakkında 854 sayılı Deniz İş Kanunu"nda zamanaşımına ilişkin özel bir hüküm bulunmadığı, bu bakımdan gemi adamları hakkında Türk Ticaret Kanunu hükümlerinin uygulanması gerektiği, anılan Kanunun 1235/3, 1259 ve 1261"inci maddeleri uyarınca belirlenen 1 yıllık zaman aşımı süresi dolduktan sonra açıldığı gerekçesi ile davanın reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece "...Davacı gemi alacağı hakkının bahşettiği rehin ve benzeri hakları bir tarafa bırakarak, iş mahkemesinde açtığı dava ile hizmet akdinden kaynaklanan tazminat ve alacaklarını tahsil yolunu seçtiğine göre, davacı ile davalı arasındaki temel ilişkinin (hizmet akdinin) tabi olduğu genel zamanaşımı sürelerinin göz önünde bulundurulması suretiyle zamanaşımı defi"inin değerlendirilmesi gerekirken, olayda uygulama yeri olmayan TTK"nun 1253/3,1259 ve 1261"inci maddeleri uyarınca davanın zamanaşımı yönünden ret olunması usul ve yasaya aykırı olduğundan, hükmün bozulması gerekmiştir." gerekçesi ile bozulması üzerine mahkemece bozmaya uyularak taraf delilleri toplanıp iki kez bilirkişi raporu alındıktan sonra ıslaha değer verilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Davalı vekilinin temyizi üzerine hükmün Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiştir.
    Mahkemece bozma kararının 3, 4 ve 5 numaralı bentlerinde yer alan bozma nedenlerine uyulmuş; bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına ilişkin bozma yönünden ise, verilen ilk kararın Özel Dairece zamanaşımı def"inin değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek usulden bozulduğu, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 01.11.2011 gün ve 2011/33835 E.-2011/42324 K. sayılı kararında bozmadan sonra ıslahın yapılabileceğinin kabul edildiği, ayrıca ıslahın tahkikatın sonuna kadar yapılabileceğine ilişkin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 177"nci maddesi hükmü dikkate alındığında 04.12.2006 tarihli bozma kararı ile henüz tahkikat sona ermeyip devam ettiğinden davacı tarafından 30.08.2008 tarihinde yapılan ıslahın usulüne uygun olduğu ve kabulü gerektiği gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davalı şirket vekili tarafından temyize getirilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olay bakımından bozma sonrası ıslah yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmaktadır.
    Uyuşmazlığın açıklanan bu niteliği karşısında, medeni usul hukukunda ıslah kurumu hakkında açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.
    Islah kurumu 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)"nun 83"üncü ve ardından gelen maddelerinde; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)"nun ise 176. vd. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
    Islah davacı veya davalının, iddianın ve savunmanın değiştirilmesi yasağı kapsamındaki usul işlemlerini, karşı tarafın iznine ve hâkimin onayına bağlı olmaksızın belli kurallar çerçevesinde bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmesini sağlayan bir usul hukuku kurumdur.
    Islahın yapılması bakımından kanunda bir sınırlama yapılmıştır. HMK"nın 176"ncı maddesinde (HUMK m. 83) davanın her iki tarafının da yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, ancak aynı dava içerisinde bu yola sadece bir kez başvurulabileceği; HMK’nın 177"nci maddesinde (HUMK m.84, 85) ıslahın tahkikatın bitimine kadar yapılabileceği belirtilmiştir.
    Yargıtayın bozması üzerine, davanın yeniden ilk derece mahkemesinde görülmesi aşamasında ıslah yapılıp yapılmayacağı konusunda ise kanunda bir hüküm bulunmamaktadır. Bu konuda 1086 sayılı HUMK zamanında verilmiş olan 04.02.1948 gün ve 1948/3 esas, 1944/10 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı;
    "…1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile usul hükümleri beyanına giren "ıslah" müessesesi ile; açılmış olan bir davada usule müteallik olmak üzere yapılan yanlışlıkları, bir defaya mahsus olmak üzere tamamen veya kısmen düzeltmek imkanı sağlanmıştır. ...Bir dava açıldıktan sonra... davayı, sebebi olan vakıalar sonradan öğrenilerek düzeltmek ve deliller safhasında yeni deliller ikame etmek lüzum ve zarureti hasıl olabilir ve iyi niyet sahibi olan taraflar bu yanlışlıkları ve unutulmuş şeyleri "ıslah" yoluyla düzeltir veya tamamlayabilirler. Bu fasıl hükmünün sağladığı bu önemli faidelerine mukabil davanın her hangi bir safhasında bu hükümlerin uygulanması davaların sonu alınamayacak suretle uzamasına da yol açabileceğinden bu değerli ve faydalı hükümlerin sadelik ve çabukluk esasını hedef tutan umumi usul prensiplerine uygun bir şekilde hızlandırılması da tatbikatın gösterdiği lüzum ve icaplarından bulunmaktadır. Konunun aydınlanması ve anlaşmazlığın çözümü bakımından olaya temas eden Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksendördüncü maddesi hükmü kanunumuzun mehazı olan Noşatel Usul Kanununun iş bu seksendördüncü maddemize tekabül -eden yetmişsekizinci maddesi hükmü ile birlikte mütalaa edilmek icap eder. Noşatel Usul Kanununun yetmişsekizinci maddesinde "ıslah"ın duruşmanın sonuna kadar "Jusqu"a la cloture des debast" ve teşkilatımızı hedef tutan seksendördüncü maddede "ıslah; tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye ve tabi olmayanlarda muhakeme hitamına kadar yapılabilir" denilmekle bahis konusu yetmişsekiz ve seksendördüncü maddelerin açık ibarelerinden "ıslah"ın yalnız tahkikat ve yargılama safhalarında yani tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar mümkün olabileceği kastedildiği ve tahkikat ve yargılama devresinden sonra tarafların bu hakkı kullanamayacakları anlaşılmaktadır. Kanunumuzun temyiz faslında ve hususiyle 430. maddede hüküm temyizen bozulduktan sonra da ıslahın cari olabileceğine dair sarih ve zımni bir hüküm mevcut olmamasına ve aksine tahkikat ve hüküm devreleri gösterilmek suretiyle bir devre ve zaman ile takyid edildiğine göre seksendördüncü maddenin mücerret ıtlakına bakılarak bu istisnai yolun hükmün Yargıtay’ca bozulmasından sonraki safhalara da şumulünün kabul edilmesi bozma karariyle kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi tamamen "ıslah" suretiyle davanın değiştirilmesi hallerinde de işin sonuçlanması güçleşir. Ve bu suretle bu müesseseden beklenilen gayeye ve çabukluk esaslarına aykırı düşer.
    Netice; Dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve sair hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkanını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen "ıslah"ın; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksendördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip Yargıtay"ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağına... “şeklindedir.
    Metni yukarıya alınmış olan İçtihadı Birleştirme Kararının şu iki temel saptamayı içerdiği görülmektedir:
    Islah, iyiniyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksikliklerini tamamlamasına olanak sağlayan bir kurumdur.
    Ne var ki, taraflardan birine davanın herhangi bir aşamasında ıslah olanağı tanınması, davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına neden olmak gibi bir sakıncayı da içermektedir. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 84"üncü maddesinde, ıslahın yalnızca tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar yapılabileceği öngörüldüğüne ve temyiz faslında da bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığına göre, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla 84"üncü madde ile getirilen bu istisnai yolun bozmadan sonraki aşamalara da yaygınlaştırılması, bozmaya uyulmasıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi, davanın tamamen ıslah edildiği hallerde işin sonuçlandırılmasını da güçleştirir. O halde ıslahla ilgili kuralların yargılamanın sadeliği, basitliği ve çabukluğunu amaçlayan diğer usul hukuku ilkeleriyle bağdaşacak şekilde yorumlanarak bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur.
    Bu İçtihadı Birleştirme Kararında bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılırken, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 84"üncü maddesindeki kural yanında her ne kadar bu konuda kanunda açık düzenleme bulunmasa bile davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve yargı kararlarına karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ilkelerinden biri hâline gelen “usulü kazanılmış hak” kavramının ihlali endişesinin de etken olduğu görülmektedir. Bir davada verilen hükme yönelik bozma kararı, doğaldır ki bozmanın kapsam ve gerekçelerine bağlı olarak değişebilmekle birlikte genellikle, tarafların hak ve borçlarının hukuksal dayanak, nitelik, miktar ve kapsamları gibi yönlerden, davanın ondan sonraki seyrini belirler; mahkemece bozmaya uyulması hâlinde, uyma sonrasında hangi işlemlerin ve araştırmaların yapılması gerektiğini ortaya koyar. Dolayısıyla mahkemenin bozmaya uyması, davanın artık bozmada gösterilen yön, kapsam ve sınırlar çerçevesinde sonuçlandırılacağı anlamını taşır. O nedenle de uyma kararı, bozma kendisinin yararına olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak oluşturur ve mahkeme uyduğu bozma kararının gereklerini yerine getirmekle yükümlü hale gelir. Davanın bu şekilde uyulan bozmanın öngördüğü yön ve içeriğe bürünmesinden sonra taraflardan birinin ıslah yoluna gitmesiyle bozmayla diğer taraf yararına oluşan usuli kazanılmış hakkın ortadan kalkması ya da sınırlanması, zayıflaması sonucuna yol açabilir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa"nın 2"nci maddesinde açıklanan “ Türkiye Cumhuriyeti ...sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır ve belirsizlik ortamına neden olur ve bu durum kabul edilemez.
    Nitekim 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 177/1"nci maddesi tahkikat sonuçlanıncaya kadar ıslahın yapılabileceğini öngördüğü, bu sebeple Yargıtay"ın bozma kararı sonrasında tahkikat safhasına dönüleceğinden bozmadan sonra ıslah yapılabileceği, 6100 sayılı HMK’nın 177"nci maddesinin yanlış yorumlandığı, 1948 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının 6100 sayılı HMK karşısında güncelliğini kaybettiği, bozma kararı sonrasında ıslah yapılıp yapılamayacağına dair Yargıtay Daireleri arasında görüş aykırılığı bulunduğu ileri sürülerek içtihadın birleştirilmesi talep edilmiş ise de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu 06.05.2016 gün ve 2005/1 E.- 2006/1 K. sayılı kararında 04.02.1948 gün ve 1948/3 Esas, 1944/10 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına benzer gerekçelerle “bozma kararı sonrası ıslah yapılamayacağı ve İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesinin gerekmediğine” karar verilmiştir.
    Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince; davacı vekili gemi adamı olarak çalışan davacı işçinin iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini iddia ederek işçilik alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
    Mahkemece davanın zamanaşımı süresinin dolması nedeni ile reddine dair verilen 02.10.2006 gün ve 2006/66 E.-2006/656 K. sayılı birinci kararın Özel Dairece bozulmasından sonra bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda alınan bilirkişi raporları doğrultusunda davacı taraf 30.10.2008 harç tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu ettiği kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla çalışma, yıllık izin ve hafta tatili ücretlerinin miktarlarını arttırarak bu artırılmış alacakların davalıdan tahsilini istemiştir.
    Mahkemece bozma sonrası yapılan ıslaha değer verilerek alacaklar hüküm altına alınmıştır.
    Ne var ki, İçtihadı Birleştirme Kararları konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı ve sonuçlarıyla bağlayıcı nitelik taşımaları nedeniyle yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararları uyarınca Yargıtay"ın bozma kararı sonrası ıslah yapılamayacağı kabul edilerek bu yönde hüküm kurulması gerekirken direnme kararı verilmesi doğru değildir.
    O hâlde belirtilen bu maddi ve yasal olgular gözetildiğinde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.


    S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 13.12.2017 gününde oy birliği ile karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi