
Esas No: 2015/2368
Karar No: 2017/721
Karar Tarihi: 12.04.2017
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/2368 Esas 2017/721 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Balıkesir 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 28.11.2012 gün ve 2012/575 E., 2012/998 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 25.02.2014 gün ve 2013/3311 E., 2014/3180 K. sayılı kararı ile,
"…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere ve temyiz nedenlerine göre davacının tüm, davalı Kurumun ise aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, davacının Almanya"da rant sigortasına girdiği 01.03.1978 tarihinin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabulü ile 4/1-(a) bendi kapsamında 01.07.2011 tarihinden itibaren yaşlılık aylığına hak kazandığının tespiti ve aylıkların faiziyle ödenmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, ... T.C kimlik nolu Balıkesir ili, ... nüfusuna kayıtlı ..ve ...."dan olma 29/02/1960 doğumlu davacı ..."ın yurtdışı çalışma başlangıç tarihi olan 01/03/1978 tarihinin yurtiçi çalışma başlangıç tarihi olduğunun tespitine ve yasal şartlar gerçekleştiğinden talep tarihini takip eden 01/07/2011 tarihinden itibaren yaşlılık aylığına hak kazandığının ve 506 sayılı yasanın 116. ve 5510 sayılı yasanın 42. maddeleri uyarınca 3 aylık süre nazara alınarak 01/10/2011 tarihinden itibaren her aylığın ödenme tarihi esas alınarak yasal faiz işletilmek sureti ile davacıya ödenmesi gerektiğinin tespitine karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden; 29.02.1960 doğumlu olan davacının, Tükiye"de 1994-1999, 2010-2011 yılları arasında toplam 1561 gün 506 sayılı Yasa kapsamında çalışmalarının bulunduğu, 3201 sayılı Yasa"ya göre 01.03.1978- 11.11.1983 tarih aralığındaki 2050 günlük süreyi borçlandığı, 17.06.2011 tarihinde tahsis talebinde bulunduğu anlaşılmakla, dosya içinde davacıya ait Alman hizmet cetveline rastlanmamıştır.
3201 sayılı Kanun"un 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 5.maddesinin son fıkrasında "Sosyal güvenlik sözleşmesi yapılmış ülkelerdeki hizmetlerini, bu Kanuna göre borçlananların, sözleşme yapılan ülkede ilk defa çalışmaya başladıkları tarih, ilk işe giriş tarihi olarak dikkate alınmaz." hükmü bulunmakta ise de 02.11.1984 tarihinde imzalanan ve 05.12.1984 tarihli 3241 sayılı Kanunla onaylanıp 01.04.1987 tarihinde yürürlüğe giren ve Anayasa"nın 90.maddesi uyarınca yöntemine göre yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşme olarak 3201 sayılı Kanunun 5.maddesinden önce uygulanma önceliğine sahip bulunan 30 Nisan 1964 tarihli Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesine Ek Sözleşmenin 29.maddesinin 4.bendi hükmü uyarınca yurt dışında ilk defa çalışmaya başlanılan tarihin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi gerekmektedir.
Borçlanmanın usul ve esasları 3201 sayılı Kanun ile düzenlenmiş iken yurt dışında ilk defa çalışmaya başlanılan tarihin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak tespiti ise Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesine Ek Sözleşmenin 29.maddesinin 4.bendi hükmü gereğidir. Her iki hukuki kuralın amacı ve dayanağı farklıdır. Dolayısıyla anılan haklardan herhangi birinden yararlanmak için diğer hakkın kullanılması veya başvuru zorunluluğu yoktur.
Yurt dışında iken fiili (eylemli) çalışması bulunmadığı halde o ülkenin sosyal güvenlik mevzuatına göre yardım niteliğinde ödeme yapılan dönemler ile ev hanımı olarak geçen sürelerin Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesine Ek Sözleşmenin 29.maddesinin 4.bendi anlamında yurt dışında geçen çalışma olarak nitelendirilmesi mümkün olmadığından ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
Somut olayda; davacının yaşlılık aylığı şartlarının 23.5.2002 tarih ve 4759 sayılı Yasa"nın 3. maddesi ile değişik 506 sayılı Yasa’nın geçici 81/C madde hükümlerine göre belirlenmesinin gerekmesi karşısında; 01.07.2011 tarihinden geçerli olmak üzere yaşlılık aylığı bağlanmasına hak kazandığının tesbitine şeklindeki karar doğru olmamıştır.
Çünkü; tahsis tarihi itibari ile 15 yıl sigortalılığı çoktan dolduran davacının, 3600 gün prim ödeme gün şartını 25.05.2011 tarihinde ve 50 yaş şartını da 29.02.2010 tarihinde tamamladığı, buna göre 506 sayılı Kanunun Geçici 81/C-b-bd maddesi uyarınca 58 yaşını doldurmuş olması şartıyla yaşlılık aylığına hak kazanacağı anlaşılmaktadır.17.06.2011 tarihli tahsis talep tarihinde davacı 51 yaşındadır.O halde davacının yaşlılık aylığı talebi reddolunmalıdır.
Davacının sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti yönündeki talebi için ise davacıya ait Alman hizmet cetveli getirtilerek yukarıdaki açıklamalar ışığı altında değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…"
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacının yurtdışında çalışmaya başladığı tarih olan 01.03.1978 tarihinin Türkiye’de sigortalılık başlangıç tarihi olduğunun ve 01.07.2011 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı almaya hak kazandığının tespiti ile her bir aylığın ödenme tarihi esas alınarak yasal faizi ile birlikte tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin ilk defa 01.03.1978 tarihinde Almanya’da çalışmaya başladığını, yurtdışı çalışmasının 11.11.1983 tarihine kadar devam ettiğini, daha sonra yurtdışında geçen süreyi 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanarak borçlanma bedelini 11.05.2011 tarihinde Kuruma ödediğini, diğer taraftan davacının yurda döndükten sonra da Türkiye’de hizmet akdine tabi olarak çalıştığını, 11.06.2011 tarihinde yaşlılık aylığı talebinde bulunduğunu, ancak Kurumca sigorta başlangıç tarihi borçlanılan gün sayısı kadar geriye götürülerek koşulları oluşmadığından bahisle aylık talebinin reddedildiğini, oysa ki Türkiye Cumhuriyeti ile Alman Federal Cumhuriyeti arasındaki Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin 29/4. bendi uyarınca sigorta başlangıç tarihinin yurtdışında çalışmaya başladığı tarih olarak kabul edilmesi gerektiğini, kabulü halinde yaşlılık aylığı bağlanma koşullarının da gerçekleştiğini ileri sürerek, davacının yurtdışında çalışmaya başladığı tarih olan 01.03.1978 tarihinin Türkiye’de sigortalılık başlangıç tarihi olduğunun ve 01.07.2011 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı almaya hak kazandığının tespiti ile her bir aylığın ödenme tarihi esas alınarak yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı SGK vekili 3201 sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca sigortalılık başlangıç tarihinden önceki sürelerin borçlanılması halinde sigortalılığın başlangıç tarihinden borçlanılan gün sayısı kadar geriye götürüleceğini, bu nedenle talep tarihi itibariyle davacının yaşlılık aylığı bağlanma koşullarının oluşmadığını, Kurum işleminin yasal mevzuata uygun olduğunu belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davacının çalışmalarının geçtiği Almanya ile imzalanan Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesine Ek Sözleşmenin 29. maddesinin 4. bendi hükmü uyarınca davacının yurtdışında ilk defa çalışmaya başladığı tarihin 01.03.1978 tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği, davacının 1960 doğumlu olup bayan sigortalı olarak 15 yıllık sigortalık süresini doldurduğundan ve 3600 günden fazla prim ödemesi de bulunduğundan 11/06/2011 tarihinde yaptığı talebe göre 01/07/2011 tarihinden itibaren yaşlılık aylığına hak kazandığı, 506 sayılı Kanunun 116. maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 42. maddesi "kurum sigortalı hak ve sahiplerine bağlanacak gelir, aylık veya toptan ödemeleri, gerekli belgelerin ve incelemelerin tamamlandığı tarihten en geç 3 ay içinde hesap ve tespit ederek sonuçlarını yazı ile bildirir." hükmü gereğince anılan maddedeki 3 aylık sürenin sonundan itibaren faiz hesaplanması gerektiği gerekçesiyle ..."ın yurtdışı çalışma başlangıç tarihi olan 01/03/1978 tarihinin yurtiçi çalışma başlangıç tarihi olduğunun tespitine ve yasal şartlar gerçekleştiğinden talep tarihini takip eden 01/07/2011 tarihinden itibaren yaşlılık aylığına hak kazandığının ve 506 sayılı Kanunun 116. ve 5510 sayılı Kanunun 42. maddeleri uyarınca 3 aylık süre nazara alınarak 01/10/2011 tarihinden itibaren her aylığın ödenme tarihi esas alınarak yasal faiz işletilmek sureti ile davacıya ödenmesi gerektiğinin tespitine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece davacının 1960 doğumlu olup bayan sigortalı olarak 15 yıllık sigortalık süresini doldurduğundan ve 3600 günden fazla prim ödemesi de bulunduğundan 11/06/2011 tarihinde yaptığı talebe göre 01/07/2011 tarihinden itibaren yaşlılık aylığına hak kazandığı, 506 Sayılı Kanunun 116. maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 42 maddesi hükmü gereğince 3 aylık sürenin sonundan itibaren faiz hesaplanması gerektiği, ayrıca SGK Başkanlığının 3201 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler konulu 2014/27 sayılı genelgede “...Sosyal güvenlik sözleşmesinde özel hüküm bulunan 18 ülkedeki sigortalılık sürelerini borçlananların, bu ülkelerin hizmet cetvellerinde sigortalılık süresi olarak bildirdiği işsizlik ödeneği, hastalık ödeneği, intibak parası, sigortadan muaf cüzi çalışma, çocuk yetiştirme süreleri, bakım süreleri, borçlanma yoluyla ödenen primlere ait süreler, isteğe bağlı prim ödeme süreleri ve benzeri sürelerin başlangıç tarihleri de ilk işe girişin tespitinde dikkate alınacaktır. Almanya’dan prim iadesi alınan süreler ile İsviçre’den prim transferi yapıldıktan sonra borçlanılan sürelerdeki çalışmaya başlanılan tarih ülkemizde ilk işe giriş tarihi olarak kabul edilecektir. Söz konusu 18 ülkedeki sigortalılık sürelerini borçlanarak aylık talebinde bulunanların ilk işe giriş tarihinin tespitinde, borçlanma için Kuruma ibraz edilen belgelerdeki başlangıç tarihi esas alınacaktır. Kanunun yürürlük tarihinden önce aylık talepleri reddedilenlerin, bu genelgenin yayımı tarihinden itibaren 3 ay içerisinde yeniden müracaat etmeleri halinde aylığa hak kazanma koşullarının da yerine getirilmesi kaydıyla 6552 sayılı Kanunun yürürlük tarihi olan 11/09/2014 tarihini takip eden aybaşı itibarıyla aylıkları bağlanacaktır. Söz konusu 3 aylık süreden sonra müracaat edenlerin talepleri ise talep tarihi esas alınarak sonuçlandırılacaktır.” hükmünün bulunduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı ... Kurum vekili temyize getirmektedir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olaya göre davacının sigorta başlangıcının yurtdışında çalışmaya başladığı tarih olup olmadığının tespiti yönünden Alman hizmet cetvelinin getirtilmesinin gerekip gerekmediği, talep tarihi itibariyle yaşlılık aylığı bağlanma koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce mahkemece bozma kararına uyulmasından sonra direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu önsorun olarak tartışılmıştır.
Mahkemenin ilk kararının Özel Dairece bozulmasından sonra yapılan yargılamada31.12.2014 tarihli celsesinde verilen ara kararı ile bozma kararına uyulmasına karar verilmiş, ancak hüküm fıkrasındaönceki kararda direnildiği belirtilmiştir.
Burada "usul hukuku" ile ilgili ortaya çıkan sorun tarafların beyanları alındıktan sonra mahkemece “Yargıtay 21. Hukuk Dairesi"nin bozma kararına uyulmasına” ilişkin ara kararı oluşturulmasına karşın, bu hukuki sonucun tam aksine bir karar verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka usuli kazanılmış hak denilir.
Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar.
Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozma kararında gösterilen ilkelere aykırı bulunması usule uygun olmadığından bozma nedenidir.
Bozma kararı ile dava usul ve yasaya uygun bir hale sokulmuş demektir. Bozmaya uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre Yargıtay’ın bozma kararına uymuş olan mahkeme bu uyma kararı ile bağlıdır. Daha sonra bu uyma kararından dönerek direnme kararı veremez; bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak ya da gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır.
Aynı ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve 2003/8-83 E., 2003/72 K.; 17.02.2010 gün ve 2010/9-71 E., 2010/87 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nun 21.01.2004 gün ve 2004/10-44 E., 19 K.; 03.02.2010 gün ve 2010/4-40 E., 2010/54 K.).
Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü – C. V, 6. b İstanbul 2001, s 4738 vd).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde somut olayda, taraf vekillerinin temyizi üzerine verilen Yargıtay bozma kararı üzerine yerel mahkemenin bu karara uyması ile taraflar yararına usuli kazanılmış hak oluşmuştur. Burada usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engel olacak istisnai bir durum da bulunmadığına göre, artık önceki kararda direnilmesi usulen mümkün değildir. Dolayısıyla bir defa uyulmasına karar verildikten sonra uyma kararından dönülmesinin davaya bir etkisi bulunmamaktadır. Usuli kazanılmış hak ilkesi kamu düzeni ile ilgili olup temyiz aşamasında kendiliğinden dikkate alınması gerekir.
Açıklanan nedenlerle mahkemece bozmaya uyulmakla gerçekleşen usuli kazanılmış hak nazara alınarak hükmüne uyulan bozma gereklerinin yerine getirilmesi gerekirken, uyma kararından dönülüp direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12.04.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.
