Hukuk Genel Kurulu 2014/2391 E. , 2017/268 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 4. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 16/11/2012 gün ve 2009/987 E., 2012/1814 K. sayılı kararının davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 28.01.2014 gün ve 2013/2034 E., 2014/959 K. sayılı kararı ile:
“...Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirketin dershanesinde 01.09.2004 tarihinde "Tarih Öğretmeni ve Zümre Görevlisi" olarak işe başladığını ve son olarak 01.09.2008 tarihinde bir yıl belirli süreli iş sözleşmesi akdedildikten sonra 11.08.2009 tarihinde iş sözleşmesinin yazılı bildirimde bulunmaksızın ve gerekçe gösterilmeksizin feshedildiğini, davalı tarafça iş sözleşmesi hükümlerine uygun şekilde bir bildirim yapılmadığından ve süre şartına uyulmadığından iş sözleşmesinin 01.09.2009 tarihinden itibaren bir yıl süre ile yenilendiğini, yenilenen süreye ait bakiye süre ücret alacağının ve, kıdem tazminatının ödenmediğini iddia ederek kıdem tazminatı ve bakiye süre ücreti alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.
Davalı vekili, 01.09.2009 tarihi itibariyle yeni dönemde işe gelmeyen davacının iş sözleşmesinin devamsızlık sebebiyle feshedildiğini, kıdem tazminatı ve bakiye süre ücret alacağı talebi hakkı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan şahitler ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Taraflar arasındaki belirli süreli iş sözleşmesinin süresinden önce feshine dayalı olarak işverence ödenmesi gereken kalan süreye ait ücretler konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 325/1 maddesinde, “İş sahibi işi kabulde temerrüt ederse, işçi taahhüt ettiği işi yapmaya mecbur olmaksızın mukaveledeki ücreti isteyebilir” şeklinde kurala yer verilerek işçinin kalan süre ücretini talep hakkı olduğu belirtilmiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiş olup, 408. maddesinde işverenin işi kabuldeki temerrüdü sebebiyle işçinin iş görememesi halinde ücret hakkının olduğu açıklanmıştır. İşçinin iş görme edimini yerine getirememesi halinde yapmaktan kurtulduğu giderler ile başka bir işi yaparak kazandığı veya kasten kaçındığı yararlarının indirileceği de hükme bağlanmıştır.
Aynı maddenin ikinci fırkasına göre işçinin, sözleşme kapsamındaki işi yapmaması sebebiyle tasarruf ettiği miktar ile diğer bir işten elde ettiği gelirleri veya kazanmaktan kasten feragat ettiği şeyler kalan süreye ait ücretler toplamından indirilmelidir. Bu konuda gerekli araştırmaya gidilmeli, işçinin sözleşmenin feshinden sonraki dönem içinde başka bir işten gelir elde edip etmediği ya da iş arayıp aramadığı araştırılarak indirim yapılmalıdır.
Somut olayda davacı işçi davalıya ait işyerinde her yıl yenilenen sözleşmelerle 01.09.2004-11.08.2009 tarihleri arasında tarih öğretmeni ve zümre görevlisi olarak çalışmıştır. Bu davada iş sözleşmesinde öngörülen süresinden önce feshin bildirilmemesi sebebiyle yenilenen iş sözleşmesi süresine ait ücret isteğinde bulunulmuştur. Mahkemece davacının davalı işveren tarafından iş sözleşmesi gereğince yenilenen 01.09.2009- 31.108.2010 arası dönem için hesaplanan 35.170,00 TL tutardan davacının çalışmayarak tasarruf ettiği giderler dikkate alınarak bakiye süre ücretinin 30.000,00 TL olduğu kabul edilerek taleple bağlı kalınarak 500,00 TL bakiye süre ücret alacağı hüküm altına alınmıştır.
Bir yıllık belirli süreli sözleşmenin yenilenmesi ve ardından feshedilmesinden sonra yenilenen dönemde davacının davalıya ait işyerinde çalışması bulunmamaktadır. Bakiye süre 12 ay olup bu süre içinde davacının başka bir işte çalıştığı ve gelir elde ettiği dosya içeriğinden anlaşılamamaktadır. Davacı niteliğindeki bir işçinin 12 ay süreyle iş bulamaması hayatın olağan akışına uygun düşmez. Davacının yeni iş arayıp aramadığı ve elde etmekten kasten feragat ettiği gelirlerinin olup olmadığı belirlenmeli son olarak davacının davalıya ait işyerinde çalışmamaktan kaynaklanan yapmaktan kaçındığı masrafları varsa bu hususlar saptanarak mülga 818 sayılı Kanun"un 325. maddesi uyarınca bu miktarların tenkisi ile sonuca gidilmelidir. Bu olgu, davacının sözleşme kapsamında görülen işi yapmaması sebebiyle sarf etmemiş olduğu giderleri ile birlikte değerlendirildiğinde mahkemece yapılan indirim yetersiz kalmıştır. Eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava kıdem tazminatı ile bakiye süre ücreti alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçe ile bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki kararda direnilmesine karar verilmiş; direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olay bakımından davacının yeni iş arayıp aramadığı, elde etmekten kasten kaçındığı gelirinin olup olmadığı ve davalı işyerinde çalışmaması nedeniyle yapmaktan kurtulduğu masrafın bulunup bulunmadığı hususlarının yeterince araştırılıp araştırılmadığı ve bu yönde yapılan indirimin yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
İşin esasına geçilmeden önce, mahkemece bozma kararına uyulmasından sonra direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu önsorun olarak tartışılmıştır.
Mahkemenin ilk kararının Özel Dairece bozulmasından sonra yapılan yargılamanın 02.06.2014 tarihli oturumunda verilen ara kararı ile bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra direnme kararı verilmiştir.
Burada "usul hukuku" ile ilgili ortaya çıkan sorun; tarafların beyanları alındıktan sonra mahkemece "bozmanın usul ve yasaya uygun bulunduğu belirtilerek bozmaya uyulmasına” ilişkin ara kararı oluşturulmasına karşın, bu hukuki sonucun tam aksine bir karar verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtelim ki, 6217 sayılı Kanunun 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen Geçici 3 üncü madde atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429 uncu maddesinin ikinci fıkrasında bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemler açıklanmıştır. Buna göre mahkeme, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip, dinledikten sonra Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verecektir.
Mahkemece tarafların beyanlarının alınıp bozmaya uyulmasına karar verildikten sonra yapılacak iş bozma gereklerinin yerine getirilmesi olmalıdır. Zira mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olur.
Nitekim 04.02.1959 gün ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da (RG. 28.04.1959/10193) usuli kazanılmış hakkın hukukumuzdaki yeri;
“Temyiz merciince bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usulü hükümdür. Bir cihetin bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet, açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz reddedilmiştir; yahut da onu hedef tutan bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın Temyiz Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir bozma sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet dairece bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de o konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usulü bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme, ne de Temyiz Mahkemesi halele uğratabilir. Zira umumi müktesep hakkın tanınması da amme intizamı düşüncesiyle kabul edilmiş bir esastır”
şeklinde açıklanmıştır.
Somut olayda da davalı vekilinin temyizi üzerine verilen Yargıtay bozma kararı üzerine yerel mahkemenin bu karara uyması ile taraflar yararına usuli kazanılmış hak oluşmuştur. Burada usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engel olacak istisnai bir durum da bulunmadığına göre, artık önceki kararda direnilmesi mümkün değildir. Bu ilke kamu düzeni ile ilgili olup Yargıtay’ca kendiliğinden dikkate alınmalıdır.
Açıklanan nedenlerle mahkemece, bozmaya uyulmakla gerçekleşen usulü kazanılmış hak nazara alınarak hükmüne uyulan bozma gereklerinin yerine getirilmesi gerekirken, direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerekir.
S O N U Ç: Direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 15.02.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.