Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2018/983
Karar No: 2018/1822

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/983 Esas 2018/1822 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2018/983 E.  ,  2018/1822 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 9. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 06.06.2012 tarih ve 2011/159 E., 2012/307 K. sayılı kararın davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 05.12.2013 tarih ve 2013/1306 E., 2013/19226 K. sayılı kararı ile,
    “…Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
    Davacı dava dilekçesinde, 11/01/2011 tarihli Star Gazetesi"nde "Üniversite Olaylarının Perde Arkası Notları TKP"den Çıktı" başlığı ile yayımlanan haberde kişilik haklarının ihlal edilmesi nedeniyle manevi zararının davalılardan müştereken ve müteselsilen tazminini istemiştir.
    Davalılar, haberde kişilik haklarına saldırının söz konusu olmadığını ve davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
    Mahkemece, güvenlik birimlerinden gelen cevabi yazılardan davaya konu haber içeriğinde yer alan şekilde bir soruşturma yapılmadığı anlaşıldığından, haberin gerçeğe uygun olmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler incelendiğinde; dava konusu haberde iddia edildiği gibi bir soruşturma yapılıp yapılmadığına ilişkin olarak Emniyet Genel Müdürlüğü"ne yazılan müzekkereye "bu hususun tespiti için yeterli bilginin mevcut olmadığı, ayrıntılı bilgi verildiği takdirde yeniden çalışma yapılabileceği" şeklinde muğlak cevap verildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, davalıların dosyaya sunduğu delillerden, dava konusu haberde yer verilen hususları doğrular biçimde, davacı partinin isminin yer aldığı formlarda bazı üniversite öğrencilerinin özel yaşamlarına, kişisel ve siyasi eğilimlerine ilişkin notların bulunduğu, bu formlarda adı geçen öğrencilerin parti örgütüne ne şekilde kazandırılabileceklerinin, bu yolda hangi tanıdık veya yakınlarının kullanılabileceğinin yazılı olduğu, yine bazı belgelerde mevcut düzene karşı üniversiteliler tarafından konulacak tavrın nasıl etkin ve güçlü bir hale getirileceğine ve ne tür etkinlikler yapılacağına dair özel çalışmaların bulunduğu, bu çalışmaların davacı parti mensuplarınca hazırlandığı hususunun belirgin biçimde ortaya konulduğu anlaşılmaktadır.
    Dava konusu haber ve davalılar tarafından sunulan deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; haberin görünür gerçeğe uygun olduğu, özle biçim arasındaki dengenin korunduğu ve davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı sonucuna varılmaktadır. Yerel mahkemece, açıklanan yönler gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.….”
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat ve mahkeme kararının gazetede yayımlanması istemlerine ilişkindir.
    Davacı vekili; Star Gazetesinin 11.01.2011 tarihli nüshasında “Üniversite olaylarının perde arkası notları TKP’den çıktı” başlığı ile yayımlanan haberde terörle mücadele polisinin TKP üyesi öğrenci evinde yaptığı baskında ele geçirilen örgütsel dökümanlarda öğrenci olaylarının tırmandırılması öncesi yapılan ince işçiliğin ortaya çıktığı, hedef seçilen ve üzerinde çalışılan gençler hakkında fişlemeler oluşturulduğu, parti kararlarına uymayan arkadaşlarını şikâyet ettikleri dilekçeler olduğundan bahsedildiğini, oysa hiçbir TKP üyesi öğrenci evine baskın yapılmadığını, söz konusu haberin gerçeğe aykırı olduğunu ve müvekkilinin hedef gösterildiğini, böylece kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 10.000TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline ve buna ilişkin mahkeme kararının yayımlanmasına karar verilmesini istemiştir.
    Davalılar vekili; davaya konu yayım ile davacının hedef alınmadığını, dolayısıyla davada taraf sıfatının bulunmadığını, davanın öncelikle bu nedenle reddi gerektiğini, dava konusu haberin davacı parti üyesi olup yasa dışı gösteriler yaparken gözaltına alınan ve evlerinde bazı dökümanlar bulunan öğrencilerle ilgili olduğunu, söz konusu haberin Ankara Terörle Mücadele Harekat Daire Başkanlığı ile İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından yürütülen operasyon sonrasında emniyetin basına yaptığı açıklamalarla ilgili birimlerden temin olunan bilgi ve belgelere dayalı olarak yapıldığını, haberde davacının doğrudan hedeflenmediğini, basının kamu yararını ilgilendiren konularda halkı bilgilendirme hakkına sahip olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir.
    Yerel mahkemece; basının görünür gerçeğe uygun, objektif, eleştiri sınırları çerçevesinde kamuoyunu bilgilendirmekle görevli olduğu, bahse konu haberde gerçekleştiği belirtilen herhangi bir operasyon veya soruşturmaya ait bilgi ve belge bulunmadığı, dava konusu haberin görünen gerçeğe uygun olmadığı ve bir tüzel kişilik olan siyasi partiyi açıkça hedef gösterdiği, davacı partinin kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve 5.000TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmiştir.
    Davalılar vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle oy birliğiyle bozulmuştur.
    Mahkemece; bozma gerekçesi olarak kabul edilen davalı tarafın dosyaya sunduğu davacı parti isminin yer aldığı formlardaki bazı üniversite öğrencilerinin özel yaşamlarına, kişisel ve siyasi eğilimlerine ilişkin notlar, bu formlarda adı geçen öğrencilerin parti örgütüne ne şekilde kazandırabilecekleri gibi notların ıslak imzalı olmaması, notların hepsinin bilgisayar çıktısı ve fotokopi olması nedeniyle yasal delil olarak kabul edilemeyeceği, böyle bir soruşturma, gözaltı ve adliyeye sevkin olmadığının yetkili resmî birimce açıkça bildirilmiş olduğu hususları gözetildiğinde, davaya konu haber içeriğinin görünür gerçeğe uygun olmadığı ve haber içeriğinde de bir tüzel kişilik olan davacı siyasi partinin açıkça hedef gösterilmesi dikkate alındığında davacı siyasi partinin kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunun sabit olduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
    Davalılar vekilinin temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunca yerel mahkemece usulüne uygun direnme hükmü kurulmadığı gerekçesiyle direnme kararı usulden bozulmuştur.
    Yerel Mahkemece bozma kararına uyularak usulüne uygun şekilde direnme hükmü kurulmuş, hüküm davalılar vekili tarafından temyize getirilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, 11.01.2011 tarihli Star Gazetesinde “Üniversite olaylarının perde arkası notları TKP’den çıktı” başlığı ile yayımlanan haberin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı; burada varılacak sonuca göre davacı lehine manevi tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
    Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
    Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
    Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi (TMK m.24), isme saldırı (TMK m.26), nişan bozulması (TMK m.121), evlenmenin butlanı (TMK m.158/2), boşanma (TMK m.174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (818 sayılı BK m.47) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m.49- 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
    4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 24. maddesi ile 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
    4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 24. maddesinde;
    “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
    Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
    Dava konusu yayının yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 49. maddesinde ise;
    “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
    Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
    Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
    hükümleri yer almaktadır.
    TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
    Görüldüğü üzere BK"nın 49. maddesi gereğince kişisel hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
    Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
    2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
    Hâl böyle olunca, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) konunun nasıl düzenlendiğinin ve sözleşmenin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesinde fayda görülmektedir.
    Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade Özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup, hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.
    İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS"nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976). AİHS"nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermekte ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005).
    İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
    AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
    1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
    AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
    2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu:
    Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
    Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O., Nalbant, A; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
    3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:
    AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
    Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 tarihli ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 tarihli ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
    Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM"nin basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside/Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
    O hâlde basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkeme’ye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon/Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas/Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
    Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, Sözleşme’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur (Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (Prager And Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).
    Basının “başkalarının itibarını korumak” gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur, halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times/Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979).
    Basın özgürlüğünün iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince; 1982 Anayasası’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
    5187 sayılı Kanunun 3. maddesinde;
    “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
    Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
    hükmü yer almaktadır.
    Aynı Kanun’un “Haber Kaynağı” başlıklı 12. maddesi ise; “Süreli yayın sahibi, sorumlu müdür ve eser sahibi, bilgi ve bilgi dahil her türlü haber kaynağı açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya zorlanamaz” hükmünü düzenlemiştir.
    Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar. Bunun gereği olarak basın, haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir.
    Yine basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat (m. 25); düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
    Doğaldır ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayımlarda gerek Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de MK"nın 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır. Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.
    Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaçla, kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayımın hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayım yapmak hukuka aykırıdır.
    Bu açıklamalardan sonra denilebilir ki basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayım bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli ve 2014/4-33 E., 2015/1504 K., 08.05.2013 tarihli ve 2012/4-1162 E., 2013/631 K. sayılı kararları).
    Önemle vurgulanmalıdır ki yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan “hukuka aykırılık” gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.
    Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.
    Öte yandan haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkân sağlar.
    Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yaptığı yayımdan dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. Bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayımın hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayımdaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte bu nedenle basının ayrı bir konumu bulunmaktadır.
    Somut olaya gelince; dosya kapsamında bulunan bilgi ve belgeler ile Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı"nın 2011/5286 soruşturma ve 2011/9550 karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ve Kadıköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinin 2011/78 D.iş sayılı tekzip isteğinin reddi kararı içeriğinden; davacı ...’nin şikâyeti üzerine halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme, sesli ya da görüntülü ileti ile hakaret, özel hayatın gizliliğini ihlal ve iftira suçlarından dolayı yapılan soruşturma sonunda söz konusu yayımın haber verme ve alma kapsamında kaldığı gerekçesi ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği ve yapılan itirazın reddedildiği, davalılarca dosyaya sunulan belgelerde dava konusu haberi doğrular biçimde, davacı partinin isminin yer aldığı formlarda bazı üniversite öğrencilerinin özel yaşamlarına, kişisel ve siyasi eğilimlerine ilişkin notların bulunduğu, bu formlarda adı geçen öğrencilerin parti örgütüne kazandırılabilmesi için hangi tanıdık veya yakınlarının kullanılabileceğinin yazılı olduğu, yine bazı belgelerde mevcut düzene karşı üniversiteliler tarafından konulacak tavrın nasıl etkin ve güçlü bir hâle getirileceğine, ne tür etkinlikler yapılacağına ilişkin çalışmaların bulunduğu anlaşılmıştır.
    Şu hâlde davaya konu haber görünür gerçeğe uygun olup günceldir ve yapılmasında kamu yararı ve toplumsal ilgi bulunmaktadır. Basının, okuyucunun dikkatini habere çekmek amacı ile
    çarpıcı başlık ve ifadeler kullanmasının bir gazetecilik tekniği olması karşısında; özle biçim arasındaki dengenin bozulduğundan da söz edilemez.
    Bu durumda; dava konusu haberin güncel olduğu, toplumun bilgi edinme, basının haber verme hakkı kapsamında kaldığı, habere yönelik toplumsal ilginin bulunduğu, adli bir olayın gazetecilik tekniği gereği okuyucunun ilgisini çekecek nitelikte aktarıldığı, özle biçim arasındaki dengenin bozulmadığı, demokratik toplum tarafından meşru sayılabilecek nitelikte, ifade özgürlüğüne getirilmesi gereken bir sınırlamanın gerekli olmadığı, başlık çarpıcı da olsa davacının kişilik haklarına bir saldırı bulunmadığı kabul edilmelidir.Bu durumda haber kaynağını açıklama zorunluluğu dahi olmayan davalıların tazminat ile sorumlu tutulması yerinde görülmemiştir.
    Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki bilgi, belge ve delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
    SONUÇ: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.12.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.





    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi