9. Hukuk Dairesi 2012/32414 E. , 2013/8130 K.
"İçtihat Metni"MAHKEME : İŞ MAHKEMESİ
Davacı vekili tarafından verilen 25.07.2012 havale tarihli dilekçede, Dairemizin 21.05.2012 tarih, 2010/ 7297 E ve 2012/ 7593 K sayılı bozma kararının maddi hataya dayalı olarak verildiği ileri sürülerek kararın bir bölümünün ortadan kaldırılması talep olunmuştur.
Dairemizce verilen bozma kararında dava dilekçesinde talebin 31.12.2004 tarihi ile sınırlı olduğu açıklamasına yer verilerek hesaplamanın dava tarihine kadar yapılmasının hatalı olduğu belirtilmişse de, dava dilekçesinde davacının işyerinde çalışmaya devam ettiği açıklanmış ve talep açıkça 31.12.2004 tarihiyle sınırlandırılmamıştır. Yine cevaba cevap dilekçesinde 31.12.2004 sonrası yeni toplu iş sözleşmesi yapılmadığı belirtilerek ard etkiye dayalı olarak isteklerde bulunduğu açıklamıştır. Dairemizce, talebin 31.12.2004 ile sınırlandırılmasının maddi hataya dayandığı görülmekle bozma kararının bu yönüyle maddi hataya dayandığı anlaşılmakla, Dairemiz bozma kararının sonuç kısmından, “Öncelikle belirtmek gerekir ki davacının talebi 31.12.2004 tarihine kadar TİS zamlarının eksik uygulandığına ilişkindir. Dava tarihine kadar hesap yapılıp, mahkemece de hüküm altına alınması istekle bağlılık kuralına aykırılık oluşturmaktadır. Diğer taraftan…” sözcüklerinin ÇIKARILMASINA karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurmak gerekmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı fark ücret, ikramiye ve ilave tediye isteklerinde bulunmuştur.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı davanın reddini savunmuştur.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece istek gibi hüküm kurulmuştur.
D) Temyiz:
Kararı yasal süresi içinde davalı temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1. Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2. Taraflar arasında işçiye ödenen aylık ücretin miktarı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
4857 sayılı İş Kanununda 32 nci maddenin ilk fıkrasında, genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
Ücret kural olarak dönemsel (periyodik) bir ödemedir.
Kanunun kabul ettiği sınırlar içinde tarafların sözleşme ile tespit ettiği belirli ve sabit aralıklı zaman dilimlerine, dönemlere uyularak ödenmelidir. Yukarıda değinilen Yasa maddesinde bu süre en çok bir ay olarak belirtilmiştir.
İş sözleşmesinin tarafları, asgarî ücretin altında kalmamak kaydıyla sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ücretin miktarını serbestçe kararlaştırabilirler.
İş sözleşmesinde ücretin miktarının açıkça belirtilmemesi, taraflar arasında iş sözleşmesinin bulunmadığı anlamına gelmez. Böyle bir durumda dahi ücret, Borçlar Kanunun 323 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre tespit edilmelidir. İş sözleşmesinde ücretin kararlaştırılmadığı hallerde ücretin miktarı, işçinin kişisel özellikleri, işyerindeki ya da meslekteki kıdemi, meslek unvanı, yapılan işin niteliği, iş sözleşmesinin türü, işyerinin özellikleri, emsal işçilere o işyerinde ya da başka işyerlerinde ödenen ücretler, örf ve adetler göz önünde tutularak belirlenir.
4857 sayılı Yasanın 8 inci maddesinde, işçi ile işveren arasında yazılı iş sözleşmesi yapılmayan hallerde en geç iki ay içinde işçiye çalışma koşullarını, temel ücret ve varsa eklerini, ücret ödeme zamanını belirten bir belgenin verilmesi zorunlu tutulmuştur.
Aynı yasanın 37 nci maddesinde, işçi ücretlerinin işyerinde ödenmesi ya da banka hesabına yatırılması hallerinde, ücret hesap pusulası türünde bir belgenin işçiye verilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır. Usulünce düzenlenmiş olan bu tür belgeler, işçinin ücreti noktasında işverenden sadır olan yazılı delil niteliğindedir. Kişi kendi muvazaasına dayanamayacağından, belgenin muvazaalı biçimde işçinin isteği üzerine verildiği iddiası işverence ileri sürülemez. Ancak böyle bir husus ileri sürülsün ya da sürülmesin, muvazaa olgusu mahkemece resen araştırılmalıdır. (Yargıtay 9.HD. 23.9.2008 gün 2007/27217 E, 2008/24515 K.).
Çalışma belgesinde yer alan bilgilerin gerçek dışı olmasının da yaptırıma bağlanması, belgenin ispat gücünü arttıran bir durumdur.
Kural olarak ücretin miktarı ve ekleri gibi konularda ispat yükü işçidedir. Ancak bu noktada, 4857 sayılı Kanunun 8 inci ve 37 nci maddelerinin, bu konuda işveren açısından bazı yükümlülükler getirdiği de göz ardı edilmemelidir.
Bahsi geçen kurallar, iş sözleşmesinin taraflarının ispat yükümlülüğüne yardımcı olduğu gibi, çalışma yaşamındaki kayıt dışılığı önlenmesi amacına da hizmet etmektedir. Bu yönde belgenin verilmemesi ispat açısından işveren lehine olmakla birlikte, belgenin düzenlenerek işçiye verilmemesi, işçinin ücret, sigorta primi, çalışma koşulları ve benzeri konularda yasal güvencelerini zedeleyebilecek durumdadır.
Çalışma belgesi ile ücret hesap pusulasının düzenlenerek işçiye verilmesi, iş yargısını ağırlıklı olarak meşgul eden, işe giriş tarihi, ücret, ücretin ekleri ve çalışma koşullarının belirlenmesi bakımından da önemli kolaylıklar sağlayacaktır. Bu bakımdan ücretin ispatı noktasında delillerin değerlendirilmesi sırasında, işverence bu konuda belge düzenlenip, düzenlenmediğinin de araştırılması gerekir.
Çalışma yaşamında daha az vergi ya da sigorta pirimi ödenmesi amacıyla zaman zaman, iş sözleşmesi veya ücret bordrolarında gösterilen ücretlerin gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Bu durumda gerçek ücretin tespiti önem kazanır.
İşçinin kıdemi, meslek unvanı, fiilen yaptığı iş, işyerinin özellikleri ve emsal işçilere ödenen ücretler gibi hususlar dikkate alındığında imzalı bordrolarda yer alan ücretin gerçeği yansıtmadığı şüphesi ortaya çıktığında, bu konuda tanık beyanları gözetilmeli ve işçinin meslekte geçirdiği süre, işyerinde çalıştığı tarihler, meslek unvanı ve fiilen yaptığı iş bildirilerek sendikalarla, ilgili işçi ve işveren kuruluşlarından emsal ücretin ne olabileceği araştırılmalı ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir sonuca gidilmelidir.
Somut olayda; davalı işyerine 15.12.1988 tarihinde giren işçi, 01.01.1997- 31.12.2004 arasında işyerinde yürürlükte olan dört TİS indeki zamların kendisine eksik uygulandığını iddia ederek fark ücret ve buna bağlı olarak akti ve yasal ikramiye fark isteklerinde bulunmuştur.
Davalı işveren TİS zamlarının doğru uygulandığını savunmuştur.
Mahkemece son bilirkişi raporuna göre fark alacaklar hüküm altına alınmıştır.
Dosyada aynı bilirkişi tarafından düzenlenen dört bilirkişi raporu bulunmaktadır.
Davacı vekilinin her itirazı üzerine rapordaki miktarlar değişmiştir. Bilirkişi raporunda dosyada bulunan TİS hükümlerine yer verildikten sonra 31.12.1998 tarihindeki yevmiyesi üzerine dava tarihi olan 01.08.2008 tarihine kadar yaklaşık 10 yıllık bir süre için ayrıca TİS zamları uygulanmış ve mahkemece zamanaşımı dışında kalan bu miktarların da kabulüne karar verilmiştir.
Benzer davada Hukuk Genel Kurulunun 11.11.2009 gün ve 2009/9-438 Esas, 2009/500 sayılı kararında davalı Bakanlığın zaman zaman müktesep hak sayılmamak üzere verdiği ücretler nazara alınmadan ücret zamlarının TİS de öngörülen ücret miktarları üzerine yapılması gerektiği belirtilmiştir. Bilirkişi raporunda bu husus denetlenememektedir.
Bu kadar uzun bir süre için yapılan hesapta farkın kaynağının nereden kaynaklandığının da yine somut olarak hesabın hizasında açıklanması gerekmektedir.
Böyle olunca mevcut raporlar hüküm kurmaya yeterli olmadığından, üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınması ve davalının ödediği miktarla bilirkişinin bulduğu miktar arasındaki farkın TİS den kaynaklanan dayanağının denetlenebilir şekilde açıklanması gerekmektedir. Önemli olan farkın nereden kaynaklandığının net olarak açıklığa kavuşturulmasıdır.
Yazılı şekilde eksik inceleme ve her itirazda miktarı değişen rapora itibar edilerek hüküm kurulması yerinde değildir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, 07.03.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.