
Esas No: 2019/6608
Karar No: 2021/4431
Karar Tarihi: 30.09.2021
Danıştay 10. Daire 2019/6608 Esas 2021/4431 Karar Sayılı İlamı
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No: 2019/6608
Karar No: 2021/4431
TEMYİZ EDEN (DAVACI) : ... (... )
VEKİLİ : Av. ...
TEMYİZ EDEN (DAVALI) : ... Üniversitesi Rektörlüğü
VEKİLİ : Av. ...
İSTEMLERİN_KONUSU : ... . İdare Mahkemesinin ... tarih ve E:... , K:... sayılı kararının, davalı idarece davanın kabulüne ilişkin kısmının, davacı tarafından maddi ve manevi tazminat istemleri yönünden davanın reddine ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacı tarafından, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde 08/01/2013 tarihinde böbrek üstü bezinde kitle tanısı ile yapılan ameliyatta kitlenin yerine sağlam olan böbreğin alındığı, kitlenin alınmayarak sağlam olan böbreğin alındığını 2 ay sonra tesadüfen öğrendiği ileri sürülerek maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebinin reddine ilişkin ... tarih ve ... sayılı işlemin iptali ile 60.000,00 TL maddi, 100.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 160.000,00 TL tazminatın başvurudan itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: ... . İdare Mahkemesince; olaya yönelik olarak hazırlanan Adli Tıp 2. İhtisas Kurulunun ... tarih ve ... sayılı raporuna göre, gerçekleştirilen tıbbi müdahalenin tıp kurallarına uygun olduğu, davacıya ameliyat esnasında yapılan müdahalelerde bir hizmet kusurunun bulunmadığı, olayda idareye izafe edilecek bir kusurun mevcut olmadığı, kusursuz sorumluluğa dair kuralların da maddi olay bakımından tahakkuk etmediği; buna göre böbrek üstündeki kitlenin alınmayarak, kitle yerine böbreğin alınması dolayısıyla tazminat ödenmesine hükmedilmesinin hukuken mümkün olmadığı, ameliyatta kitlenin alınmayarak böbreğin alındığının davacıya haber verilmediği iddiası yönünden ise, ameliyat esnasında kanama, yaralanma ve diğer komplikasyonların olabileceği hususunda davacıya bilgi verildiği, böbreğin alındığı hususunda davacının haberdar olduğu, taburcu edilme dolayısıyla düzenlenen epikrizde kitlenin değerlendirilmesi için tekrar konsültenin önerildiği, dolayısıyla kitlenin ameliyatta alınmadığının teknik olarak epikriz raporu ile davacıya bildirildiği, dolayısıyla davacının ilgili konularda (teknik olarak) aydınlatıldığı, ancak konunun uzmanı olmayan, o alanda hiç bilgisi bulunmayan kişinin seviyelerine göre seçilecek terimler kullanılmak sureti ile bu aydınlatmanın gerçekleşmediği, dolayısıyla aydınlatmanın yeterli olmadığı, davacının kitlenin ameliyatta alınmamış olduğunun farkına taburcu edildikten sonraki bir tarihte varmasının psikolojik açıdan kişide oluşturduğu etkiye binaen, manevi tazminat talebinin kısmen kabul edilerek, olayın niteliği, mevzuata göre aydınlatmanın teknik olarak yapılmış olması ve olayın sonuçları dikkate alınarak takdiren 1.000,00 TL tutarında manevi tazminat ödenmesi gerektiği; öte yandan dava konusu işlemin bir ön karar olduğu ve ön kararın idari davaya konu edilebilecek nitelikte bir işlem olmadığı gerekçesiyle dava konusu işlem yönünden davanın incelenmeksizin reddine, maddi tazminat istemi yönünden davanın reddine, manevi tazminat istemi yönünden davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ_EDENLERİN_İDDİALARI : Davacı tarafından, sol böbrek üstü bezinde kitle tanısıyla girdiği ameliyatta sağlam olan sol böbreğinin alındığı, bu nedenle %68 oranında engelli kaldığı, bu durumun kendisine açıklanmadığı, kanama yapan böbrek ile birlikte kitlenin de alındığının söylendiği, başhekim tarafından yapılan basın açıklamasında da bu şekilde beyan edildiği, ameliyatın üroloji uzmanı bulunmadan gerçekleştirildiği, epikrizde herhangi bir komplikasyon olmadığının belirtildiği, mevcut epikriz raporunda olmayan belgenin daha sonradan hazırlanarak rapora ilave edildiği, bir başka sağlık kuruluşunda yapılan kontrol sırasında kanserli kitlenin alınmadığını öğrendiği, 03/05/2013 tarihinde yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığı, onkoloji biriminde de gecikmeli olarak tedaviye başladığı, ameliyattan önce alınan onamın böbrek ameliyatına yönelik olmadığı, safra kesesi ameliyatına ilişkin bilgileri içerdiği, bilgilendirme formunun mevzuattaki şartlara uymadığı, maddi zararının araştırılmadığı, hükmedilen manevi tazminatın çok düşük kaldığı ileri sürülmektedir.
Davalı idare tarafından, davacıya yapılan tıbbi müdahalenin mevzuatın doktora verdiği yetki ve sorumluluklar çerçevesinde gerçekleştirildiği, yanlış bir tedavi uygulanmadığı, cerrahi bir komplikasyon sonucu ortaya çıkan kanama sebebiyle mecburen nefrektomi yapıldığı, ameliyat öncesinde riskler anlatılarak rızasının alındığı, sonrasında da gereken bilgilendirmenin yapıldığı, idarelerine ve personele atfedilecek bir kusur bulunmadığı, manevi tazminata hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğu, niteliği gereği bu tazminata faiz işletilemeyeceği, harçtan muaf olduğu halde aleyhine harca hükmedildiği ileri sürülmektedir.
TARAFLARIN_SAVUNMALARI : Davalı idare tarafından, olayda hizmet kusurunun bulunmadığının Adli Tıp Kurumu raporunda da belirtildiği, ilgili doktor hakkında verilen men-i muhakeme kararının onandığı, operasyon öncesinde ve sonrasında gerekli bilgilendirmenin yapıldığı, davacının temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuş olup; davacı tarafından savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ : ...
DÜŞÜNCESİ : Maddi durumun tespitinin sağlanmasını teminen tarafların temyiz istemlerinin kabulü gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
İNCELEME VE GEREKÇE :
MADDİ OLAY :
Davacının, karın ağrısı ve halsizlik şikayetleri ile 12/12/2012 tarihinde Abant İzzet Baysal Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesine başvurduğu, yapılan tetkiklerin ardından böbrek üstü bezinde kitle tespit edildiği, 20/12/2012 tarihinde ameliyat edilmek üzere yatışının yapıldığı, 08/01/2013 tarihinde ameliyata alındığı, ameliyat sırasında böbrekte meydana gelen kanamanın, hayati zorunluluk nedeniyle böbreğin alınması suretiyle durdurulduğu, kitlenin çıkarılmasının bir başka operasyonda yapılmasına karar verilerek ameliyatın sonlandırıldığı, kontrole gelmek üzere 14/01/2013 tarihinde taburcu edildiği, kitlenin 03/05/2013 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde gerçekleştirilen ameliyat ile çıkarıldığı, davacı tarafından, 17/03/2014 kayıt tarihli dilekçeyle, ameliyatta kitlenin yerine sağlam olan böbreğin alındığı, kitlenin alınmayarak sağlam olan böbreğin alındığını 2 ay sonra tesadüfen öğrendiği ileri sürülerek olay nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle davalı idareye başvuruda bulunulduğu, bu başvurunun 27/05/2014 tarih ve ... sayılı yazı ile reddi üzerine de bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
İdare Mahkemesince, olaya yönelik olarak Adli Tıp 2. İhtisas Kurulunca hazırlanan 27/07/2015 tarih ve 4801 sayılı raporda özetle, "Böbrek üstü bezinin böbrekle yakın komşuluğu bulunduğu, bu bezin ameliyatla alınması esnasında böbrekte gelişen kanamanın komplikasyon olduğu, bu tablo karşısında hayati zorunluluk nedeniyle böbreğin alınabileceği, bu süreçte hastanın genel durumu bozulduğundan ameliyata devam edilmemiş olduğu, endikasyon ve komplikasyon yönetimi açılarından kusur bulunmadığı, ancak, tetkik ve tedavi amacıyla ameliyatla alınması planlanan böbrek üstü bezinin bu aşamada yerinde bırakıldığı ve yeni tedavi/ameliyat gerektiği hususlarında hastaya yeterince bilgilendirme yapılıp yapılmadığının adli soruşturma ile değerlendirilebileceği" yönünde görüş bildirilmesi sonrasında, olayda davalı idareye izafe edilebilecek bir kusur mevcut olmadığı, böbreğin alındığından davacının haberdar olduğu, kitlenin ameliyatta alınmadığının teknik olarak epikriz raporu ile davacıya bildirildiği, davacının ilgili konularda (teknik olarak) aydınlatıldığı, ancak aydınlatmanın yeterli olmadığı gerekçesiyle davacının manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile 1.000,00 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmiştir.
İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, yani zararı doğuran işlem veya eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
Tam yargı davalarında zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı sağlık hizmetinde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesinin "bilirkişi" konusunda atıfta bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 266. maddesinde; hakimin, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar vereceği öngörülmüştür. Bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda, bilirkişilerin uyuşmazlık konusunda özel ve teknik bilgiye sahip olan kişiler arasından seçilmesi gerektiği kuşkusuzdur.
6100 sayılı Kanun'un "Bilirkişi raporunun verilmesi" başlıklı 280. maddesinde; bilirkişinin, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye vereceği; raporun verildiği tarihin rapora yazılacağı ve duruşma gününden önce birer örneğinin taraflara tebliğ edileceği, "Bilirkişi raporuna itiraz" başlıklı 281. maddesinin 1. fıkrasında ise; tarafların, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilecekleri düzenlenmiştir.
2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun 1. maddesinde; adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumu kurulduğu, 2. maddesinde, Adli Tıp Kurumunun, mahkemeler ile hakimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adli tıp ile ilgili konularda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle yükümlü olduğu, 15. maddesinde, Adli Tıp Üst Kurullarının, adli tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı, sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri, adli tıp ihtisas kurullarınca oybirliğiyle karara bağlanamamış olan işleri, adli tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile ihtisas dairelerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının heyet hâlinde verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceleyeceği ve kesin karara bağlayacağı düzenlenmişken, 703 sayılı "Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname" ile anılan hükümler yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, 15/07/2018 tarihli ve 30479 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yukarıda yer verilen hükümler yeniden düzenlenmiştir.
4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yapılan değişiklik neticesinde yeniden düzenlenen Adli Tıp Kurumuna ilişkin olarak Kararnamenin 2. maddesinde; adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumu kurulduğu, 3. maddesinde, Adli Tıp Kurumunun, mahkemeler ile hakimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adli tıp ile ilgili konularda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle yükümlü olduğu, 16. maddesinde, Adli Tıp Üst Kurullarının, adli tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı, sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri, adli tıp ihtisas kurullarınca oybirliğiyle karara bağlanamamış olan işleri, adli tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile ihtisas dairelerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının heyet hâlinde verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceleyeceği ve kesin karara bağlayacağı; 7. maddesinde, Adlî Tıp Üçüncü Üst Kurulunun, Adlî Tıp Birinci, Yedinci ve Sekizinci İhtisas Kurulları başkanları ve üyelerinden oluşacağı, 17. maddesinin (g) bendinde, Sekizinci İhtisas Kurulu'nun görevi, ölümle sonuçlanan tıbbî uygulama hatalarına ilişkin işler hakkında bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmek olarak düzenlenmiştir.
Öte yandan; manevi tazminat, mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Manevi zararın varlığı, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere ya da kişilerin vücut bütünlüğünde meydana gelen sakatlık haline veya ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları da manevi zararın varlığı ve manevi tazminata hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Mahkeme Kararının Maddi ve Manevi Tazminat İstemlerine İlişkin Kısmının İncelenmesi:
Kişilerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının tıbbi ihmal nedeniyle ihlal edildiği iddiasıyla açılan tam yargı davalarında, hizmet kusurunun tespitine yönelik olarak ilk derece mahkemelerince yaptırılan bilirkişi incelemesinde, bilirkişinin somut tıbbi verileri kullanarak, sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle her türlü şüpheden uzak, nesnel bir sonuca varması ve buna göre de somut gerekçelerle kanaat bildirmesi gerekmekte olup; bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda, bilirkişilerin uyuşmazlık konusunda özel ve teknik bilgiye sahip olan kişiler arasından seçilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Buna ek olarak, bilirkişi veya bilirkişilerce düzenlenen raporda, sorulara verilen cevapların şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, rapor içeriğinin ise hükme esas alınabilecek nitelikte olması gerekmektedir.
İdare Mahkemesince hükme esas alınan raporda, davacının böbrek üstü bezindeki kitlenin çıkarılması için yapılan ameliyattaki müdahalelerin tıp kurallarına uygun olduğu sonucuna varılmış ise de, Adli Tıp Kurumu raporunda üroloji uzmanının katılımı olmadan görüş bildirildiği, davacının daha sonradan belge üretildiği iddiasına rağmen dava dosyası kapsamında hasta dosyasının bulunmadığı, bu haliyle olayda davalı idarenin hizmet kusuru olup olmadığının açık ve net olarak değerlendirilmediği, anılan bilirkişi raporunun, yeterli, objektif, bilimsel açıklama ve değerlendirmeleri içermediği ve hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmadığı görülmektedir.
Bu nedenle, davacının davalı idareye ait hastanedeki tedavi süreci ile ilk ameliyatta çıkarılmayan kitlenin çıkarılmasına yönelik Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde gerçekleştirilen tedavi sürecine ilişkin (günlük doktor gözlem formları, günlük hemşire gözlem formları, hasta için istenilen tüm konsültasyonlara dair formlar, görüntüleme tetkikleri, ameliyat notları dahil) hasta dosyalarının asıllarının temin edilip, dosyadaki tüm belgelerin Adli Tıp Kurumuna gönderilerek, ilgili (üroloji uzmanı gibi) uzmanların oluşturduğu Adli Tıp Üst Kurulundan, davalı idareye ait hastanede davacıya gerçekleştirilen tıbbi ameliyelerin tıp kurallarına uygun şekilde yapılıp yapılmadığı hususunda taraf iddialarının açık, anlaşılır şekilde cevaplandığı bir rapor alınarak, olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Bu durumda, uyuşmazlığın çözümü için yeterli olmayan bilirkişi raporuna dayalı olarak eksik inceleme sonucu verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Öte yandan, işbu bozma kararı sonrasında yeniden verilecek kararda, davacının maddi ve manevi tazminat talebinin reddi halinde davalı idare lehine ayrı ayrı ve maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekmektedir.
Ayrıca, konusu belli bir miktarı içeren davalarda, yargılama gideri içinde yer alan kalemlerden nispi karar harcı dışındaki harç, posta gideri ve bilirkişi ücretinin haklılık oranına göre davanın taraflarına yükletilmesi; hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden hesaplanacak nispi karar harcının ise, hükmedilen miktar yönünden haksız çıkmış olan davalı idareye yükletilmesi gerektiğinden, Mahkemece, bozma kararına uyularak yeniden verilecek kararda bu hususun gözetilerek yargılama giderlerinin belirlenmesi gerekeceği açıktır.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Maddi durumun tespitinin sağlanmasını teminen tarafların temyiz istemlerinin kabulüne,
2. Temyize konu ... . İdare Mahkemesinin ... tarih ve E:... , K:... sayılı kararının maddi tazminat istemi yönünden davanın reddine, manevi tazminat istemi yönünden davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine ilişkin kısımlarının BOZULMASINA,
3. Bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,
4. 2577 sayılı Kanun'un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30/09/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.
